5271 SAYILI CMK MADDE 121 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

4. CEZA DAİRESİ

E. 2004/21680

K. 2006/9696

T. 19.4.2006

• HAKSIZ GÖZALTINA ALMA ( Uymak Zorunda Bulundukları Yasal Bir Zorunluluk Olmadığı Sürece Kişilerin Tutulması Alıkonulması Araçta ya da Karakolda Bekletilmesi )

• KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ ( Kişilerin İsteği Olmaksızın Kısa Süre İçin de Olsa Kolluk Görevlileri Tarafından Alıkonulması Gözaltına Alma Olarak Tanımlandığından Kendi İsteği Olmaksızın Kişilerin Böyle Bir Muameleye Tabi Tutulması Ancak Kanuni Hallerde Gerçekleştirilebileceği )

• KOLLUK GÖREVLİLERİNİN ARAMA İZNİ ( Ancak Kanundaki Düzenlemeler Çerçevesinde Gerçekleştirilmesi Gereği )

1412/m.94,95,99,127,131

2559/m.13

2709/m.19/2,21

5271/m.116,121

ÖZET : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin yanında Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan “kişi özgürlüğü ve güvenliği” ile “kişilerin özel hayatı, aile hayatının gizliliği, konut dokunulmazlığı” ilkeleri insan haklarının en temel ilkeleridir.

Kolluk görevlileri yasal olarak verilmiş bir görev olmadıkça, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı işlemler yapamaz. Kişilerin, isteği olmaksızın kısa süre için de olsa kolluk görevlileri tarafından alıkonulması, gözaltına alma olarak tanımlandığından, kendi isteği olmaksızın kişilerin böyle bir muameleye tabi tutulması, ancak kanundaki düzenlemeler çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Bu düzenlemelerde aranan koşullar bulunmadığı ve uymak zorunda bulundukları yasal bir zorunluluk olmadığı sürece kişilerin tutulması, alıkonulması, araçta ya da karakolda bekletilmesi ise haksız gözaltına almadır.

DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nce 18.5.1954 tarihinde onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi, Anayasa’nın 19/2, Polis Vazife ve Salahiyet Yasası’nın 13. ve olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYY’nin 127-131, 5271 CYY’nin 90-98 maddeleri ile Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 5. maddelerinde hangi koşullarda kişilerin yakalanıp gözaltına alınabileceği belirlenmiş; yine anılan sözleşmenin 8, Anayasa’nın 21, 1412 sayılı CYY’nin 94-99, 5271 CYY’nin 116-121. maddeleri ile Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 7 ve 8. maddelerinde bir suç sebebiyle kolluk görevlileri tarafından kişilerin konutuna müdahale edebilmenin koşulları açıklanmıştır.

Anılan sözleşmenin yanında Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan “kişi özgürlüğü ve güvenliği” ile “kişilerin özel hayatı, aile hayatının gizliliği, konut dokunulmazlığı” ilkeleri çağdaş hukuk düzeninin vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edilen insan haklarının en temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Kolluk görevlilerinin yasal olarak verilmiş bir görev olmadıkça, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı işlemler yapmasına olanak bulunmamaktadır. Kişilerin, isteği olmaksızın kısa süre için de olsa kolluk görevlileri tarafından alıkonulması, gözaltına alma olarak tanımlandığından, kendi isteği olmaksızın kişilerin böyle bir muameleye tabi tutulması, ancak yukarda sayılan düzenlemeler çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Sözü edilen düzenlemelerde aranan koşullar bulunmadığı ve uymak zorunda bulundukları yasal bir zorunluluk olmadığı sürece kişilerin tutulması, alıkonulması, araçta ya da karakolda bekletilmesini ise haksız gözaltına alma olarak nitelendirmek gerekmektedir.

Somut olayda, yakınanların evlerinde arama yapmayı haklı gösterecek arama konusunda verilmiş hakim kararı olmadığı gibi hakim kararı olmadan arama yapılabilecek durumlara ilişkin Yasada öngörülen koşullardan herhangi birinin gerçekleşmemesine, diğer yandan yakınanların gözaltına alınmalarını haklı gösterecek yasal bir neden de bulunmamasına karşın, salt yakınanlardan birinin de karıştığı ileri sürülen hırsızlık suçunun şüphelisi olarak aranan bir başka kişinin yakalanabilmesi amacıyla, gece saat 04.00 sıralarında yakınanların kapısına gelerek, aramakta oldukları M.G. adlı kişinin adresinin yakınanlarca bilinebileceği düşüncesiyle, önce A.T.’nin zilini çalarak kendisini sordukları, onu bulamayınca kardeşi H.T.’nin evine girerek arama yapıp, onu polis aracına aldıkları, daha sonra da evde olduğunu öğrendikleri A.T.’nin evinde arama yapmak için girdikleri, ancak onun direnmeleriyle karşılaşınca evden ayrılıp H.T.’yi de araca bindirip karakola götürerek yaklaşık yarım saat beklettikten sonra serbest bıraktıkları kabul edilmesi karşısında; soruşturma evresinde ifadeleri alınan ve olayla ilgili bilgisi bulunan tanıklar S.N.E, C.B. ve E.T. dinlenip, yakınan H.T.’yi gözaltına alma konusunda yetki kullanan görevli ile sanıklardan hangilerinin yakınanların evlerine girdiği belirlendikten sonra; yasalarda öngörülen hükümlere uymaksızın

a ) Yakalama işlemi gerçekleştiren sanığın eyleminin özgürlüğü sınırlama;

b ) Yakınanların evlerine girdiği saptanan sanıklar yönünden de, memurun konut dokunulmazlığını bozma suçlarının oluşacağı gözetilmeden, “yakalamalı ve aramalı konumunda olan kişileri araştırmak ve bu kişilerin suç işlemelerini önlemek amacıyla eylemlerin gerçekleştirildiği” ve yakınanların arama konusunda izin verdiklerine ilişkin beyanları olmadığı ve bu yönde tutanak bulunmadığı halde, “rıza dahilinde yasal işlemler yapıldığı” biçiminde yetersiz gerekçelerle beraat kararları verilmesi,

SONUÇ : Yasaya aykırı ve O yer C. Savcısı’nın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak hükmün bozulmasına, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 19.04.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 119 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

3. CEZA DAİRESİ

E. 2006/9884

K. 2007/6845

T. 25.9.2006

• KAÇAK ORMAN EMVALİ BULUNDURMA ( Orman Muhafaza Memurları Kolluk Tanımı İçerisinde Yer Almadıkları – Orman Muhafaza Amirinin Emri İle Arama Yapılamayacağı )

• ORMAN MUHAFAZA MEMURLARI ( Kolluk Tanımı İçerisinde Yer Almadıkları – Orman Muhafaza Amirinin Emri İle Arama Yapılamayacağı )

• ARAMA TALEBİ ( Orman Muhafaza Memurları Kolluk Tanımı İçerisinde Yer Almadıklarından Orman Muhafaza Amirinin Emri İle Arama Yapılamayacağı )

5271/m.119

6831/m.88

ÖZET : 5271 Sayılı CMK.nım 119.maddesi ve yönetmeliğinin 4.maddesine göre orman muhafaza memurları kolluk tanımı içerisinde yer almadıkları, mahkeme kararının usul yönünden arama talebinin reddine ilişkin gerekçesinde belirtilmesi karşısında, orman muhafaza amirinin emri ile arama yapılamayacağı cihetle itirazın bu yönden kabulü gerekir.

DAVA : Ulukışla İlçesi Orman îşletme Şefliğinin 26.10.2005 tarihli ve 373 sayılı yazısı ile isimli şahsın evinin altında kaçak orman emvali bulunduğu gerekçesiyle yapılan arama talebinin reddine dair,Ulukışla Sulh Ceza Mahkemesinin 26.10.2006 tarihli ve 2005/245-245 sayılı kararma yapılan itirazın reddine ilişkin, Niğde Ağır Ceza Mahkemesinin 10.11.2005 tarihli ve 2005/390 sayılı kararını kapsayan dosya Adalet Bakanı, 15.06.2006 gün,143421 026135 sayılı yazısı ile kanun yararına bozma isteminde bulunulduğundan bu işe ait dava dosyası,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.07.2006 gün ve Kanun Yararına Bozma 2006/143421 sayılı ihbamamesiyle Dairemize gönderilmekle incelendi.

Mezkur İhbarnamede;

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yeni bir ceza muhakemesi anlayışı getirdiği, anılan Kanun’un 119.maddesinde tfHakim kararı üzerine veya gecikmesinde sakmca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısmm, Cumhuriyet savcısma ulaşılmadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı enıri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçlan Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.” hükmüne göre gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk amirinin yazılı emri ile arama yapılabileceği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra yürürlüğe giren Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinin 4.maddesinde yapılan kolluk tanımında, polis, Jandarma, sahil güvenlik ve özel kolluk kuvvetlerinin belirtildiği, ancak orman muhafaza mensuplannm kolluk tammı için yer almadığı, mahkeme kararmın usul yönünden arama talebinin reddine ilişkin gerekçesinde belirtilmesi karşısmda orman muhafaza amirinin emri ile arama yapılamayacağı cihetle, itirazm bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 309.maddesi uyannca anılan karann bozulması lüzumu ihbar olunmuştur;

Gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Ulukışla Orman İşletme Şefliği 26.10.2005 gün 373 sayılı yazısı ile, Şefliklerine Ulukışla İlçesi köyünden 1962 doğumlu … adlı şahsın evinin altmda kaçak orman emvali bulunduğuna dair isimsiz ihbar olduğu, bu şahsın evi, ahır ve müştemilatı hakkında arama yapılabilmesi için 26.10.2005 tarih ve saat 11.00-17.00 arasında arama izni verilmesi Ulukışla Sulh Ceza Mahkemesinden talep edilmiştir.

Ulukışla Sulh Ceza Mahkemesi 26.10.2005 tarih,2005/245 Müt. Esas ve sayılı Karar ile, talebin dayanağının isimsiz ihbar olduğu, yazı ekinde herhangi bir delil ve belge bulunmadığı, aynca 6831 sayılı Orman Kanunun 88.maddesi uyarmca orman suçlannda Mahkemeden izin alınmaksızın arama yapılabileceği belirtilerek talebi ret etmiş, yapılan itirazı Niğde Ağır Ceza Mahkemesi 10.11.2005 gün, 2005/390 Müt. sayılı K. ile ret etmiştir. 6831 sayılı Orman Kanunun 88.maddesi, Orman suçlarından mütevellit aramayı icabettiren hallerin, CMUK. 97.maddesinde yazılı tehirinde mazarat bulunan hallerden sayıldığını ve bu aramaların orman memurlarınca aynı madde hükmüne göre yapılacağmı belirtmiştir.

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nun 119.maddesi “Arama kararı” başlığı ile 1412 sayılı CMUK.nun 97.maddesinden farklı bir anlayış getirmiştir. 5271 sayılı CMK.nun 119.maddesine tevfikan 1.6.2005 tarihli Resmi Gazetede yaymlanan Adli ve Önleme Aramalan Yönetmeliği” yaymlanmış, bu yönetmeliğin 4.maddesinde ” kolluk: Jandarma, polis, Sahil Güvenlik ve Gümrük muhafaza görevlileri,

Kolluk amiri:Konuyla ilgili yetkili ve görevli olan kolluk birim amiri,

Özel Güvenlik Görevlisi:5188 Sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine dair Kanuna göre Valiliklerce çalışma izni verilen 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunım uygulanmasmda kamu görevlisi sayılan ve görev alanlarında yetkili alan kişiler” olduğunu açıklamıştır.

Yönetmeliğe göre Orman Muhafaza memururları kolluk sayılmamakta, amirleri de kolluk Amiri kabul edilmemekte olduklarından, 6831 Sayılı Kanunun 88.maddesinde belirtilen CMUK.97.maddesi hükmüne göre orman muhafaza amirinin emri ile arama yapamıyacaklarından, bu yönden itirazm kabulü yerine reddine karar verilmesi usul ve yasaya ayları olup, Niğde Ağn Ceza Mahkemesinin 10.11.2005 gün, 2005/390 Müt sayılı kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : 5271 Sayılı CMK.nım 119.maddesi ve yönetmeliğinin 4.maddesine göre orman muhafaza memurları kolluk tanımı içerisinde yer almadıkları, mahkeme kararının usul yönünden arama talebinin reddine ilişkin gerekçesinde belirtilmesi karşısında, orman muhafaza amirinin emri ile arama yapılamayacağı cihetle itirazın bu yönden kabulü yerine reddine karar veren Niğde Ağır Ceza Mahkemesinin 10.11.2005 tarih, 2005/390 Müt. sayılı kararının 5271 sayılı CMK.nun 309.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre Niğde Ağır Ceza Mahkemesince reddedilen Ulukışla Sulh Ceza Mahkemesi karannda yer alan Orman Muhafaza amirinin emri ile orman muhafaza memurlarının arama yapabileceklerine yasal engel bulunmadığına dair hususun karardan çıkartılmasına, gereğinin icrası bakmımdan dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, tebliğnameye uygun olarak, 25.09.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 119 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

8. CEZA DAİRESİ

E. 2007/8242

K. 2009/5028

T. 31.3.2009

• EV ARAMA TUTANAĞI ( Tutanağın Dayanağı Olan C. Savcısının Yazılı Arama Emrinin Denetime Olanak Sağlayacak Şekilde Dosyada Bulundurulacağı )

• YAZILI ARAMA EMRİ ( Ev Arama Tutanağının Yasal Dayanağı Olan C. Savcısının Yazılı Arama Emrinin Denetime Olanak Sağlayacak Şekilde Dosyada Bulundurulması Gerektiği )

5271/m. 119

ÖZET : Ev arama tutanağında belirtilen ve sanığa ait evin aranmasına dayanak yapılan C. Savcısının yazılı arama emrinin denetime olanak sağlayacak şekilde dosya arasında bulundurulması gerekir.

DAVA : Dosyada mevcut ev arama tutanağında belirtilen ve sanığa ait evin aranmasına dayanak yapılan C. Savcısının yazılı arama emrinin denetime olanak sağlayacak şekilde dosya arasında bulundurulması gerektiğinin gözetilmemesi,

KARAR VE SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 31.03.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 119 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E. 2009/7-160

K. 2009/264

T. 17.11.2009

• HUKUKA AYKIRI ARAMA ( Elde Edilen Delillerin Türk Ceza Yargılaması Hukuku Sisteminde Dikkate Alınamayacağı – Elde Edilen Maddi Kanıt İle Buna İlişkin Düzenlenen Tutanağın Hükme Esas Alınamayacağı )

• GECİKMEDE SAKINCA BULUNMA HALİ ( Söz Edebilmek İçin İlgilinin Hakime Başvurup Karar Aldıktan Sonra Tedbiri Uygulamak İstemesi Halinde O Tedbirin Uygulanamaz Duruma Düşmesi ya da Uygulanması Halinde Dahi Beklenen Faydayı Vermemesi Söz Konusu Olması Gerektiği )

• HUKUKA AYKIRI BİÇİMDE ELDE EDİLEN KANITLAR ( Türk Ceza Yargılaması Hukuku Sisteminde Dikkate Alınamayacağı – Elde Edilen Maddi Kanıt İle Buna İlişkin Düzenlenen Tutanağın Hükme Esas Alınamayacağı )

• ARAMA İŞLEMİ ( Yapıldığı Tarihteki Yasal Düzenlemelere Göre Arama Ancak Hakim Kararıyla Mümkün Olduğu – C. Savcıları İle Onun Yardımcısı Sıfatıyla Emirlerini Yerine Getirmekle Görevli Kolluğun Arama Emri Yetkisi İstisnai Olup Bu Yetkinin Doğması İçin Bir Ön Koşul Olarak Gecikmesinde Sakınca Umulan Halin Gerçekleşmesi Gerektiği )

1412/m.97, 254/2

5271/m.119, 217/2

ÖZET : Soruşturma ve kovuşturma işlemleri, gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun olmalıdır. Arama işleminin yapıldığı tarihteki yasal düzenlemelere göre, arama ancak hakim kararıyla mümkündür. Cumhuriyet Savcıları ile onun yardımcısı sıfatıyla emirlerini yerine getirmekle görevli kolluğun arama emri yetkisi istisnai olup, bu yetkinin doğması için bir ön koşul olarak, gecikmesinde sakınca umulan halin gerçekleşmesi gerekir. Gecikmede sakınca bulunduğundan söz edebilmek için de, ilgilinin hakime başvurup karar aldıktan sonra tedbiri uygulamak istemesi halinde o tedbirin uygulanamaz duruma düşmesi ya da uygulanması halinde dahi beklenen faydayı vermemesi söz konusu olmalıdır.

Hukuka aykırı biçimde elde edilen deliller, Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde dikkate alınamayacağından, sanığın işyerinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen maddi kanıt ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, hükme esas alınması olanaksızdır.

DAVA : Sanığın 4733 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince 3 yıl hapis ve 459.708.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin ( Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi )’nce verilen 07.09.2004 gün ve 131-796 sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay C.Başsavcılığı’nın 06.06.2005 günlü yazısıyla 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca iade edilmiş,

( Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi )’nce 25.10.2005 gün ve 636-932 sayı ile; yeni yasaların sanık lehine hükümler getirmediği kabul edilerek, hükümdeki ağır para cezasının adli para cezasına dönüştürülmesi ve miktarının da 458 YTL olarak belirlenmesi suretiyle, sanığın yine aynı şekilde cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Sanık müdafii tarafından temyiz edilen bu hüküm ise, dosyayı inceleyen Yargıtay Yedinci Ceza Dairesi’nce 19.03.2009 gün ve 8913-4357 sayı ile;

“… K… Y… Caddesi G… Sokak içerisinde 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imalatı yapan bir şahıs bulunduğunun ihbar edilmesi üzerine belirtilen adreste yapılan aramada, birinin yarısı, diğerinin tamamı dolu iki adet 750 litrelik varil İçinde saf alkol, bir adet rakı ve votka şişelerinin kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş, bunun üzerine sanık hakkında kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama sonunda mahkumiyet hükmü kurulmuştur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.11.2005 gün 2005/7-144 esas 2005/150 sayılı kararında da belirtildiği gibi;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında: ‘ Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merdin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz’ denilmektedir.

Yine Anayasa’nın 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’la değişik konut dokunulmazlığı başlıklı 21. maddesine göre Kimsenin konutuna dokunulamaz. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.’

Anayasa’nın 38. maddesine 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’la eklenen 5. fıkrası da “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez’ hükmünü içermektedir.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nm 97. maddesine göre ” Aramaya karar vermek salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet Savcıları ve Savcıların muavini sıfatıyla emirlerini icraya memur olan zabıta memurları arama yapabilirler.

Hakim veya Cumhuriyet Savcısı hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal İhtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.

Yukarıdaki fıkrada gösterilen takayyüt 96. maddenin ikinci fıkrasında yazılı mahallere şamil değildir’ hükmü, anılan Yasa’nın 254. maddesine 3842 sayılı Kanun’la eklenen 2. fıkrasında ise “Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz’ amir hükmü mevcuttur.

Yine bu konuda arama işlemi sırasında yürürlükte bulunan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 5. maddesinde ‘Adli arama, bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili d ‘ığer mahallerinde, üzerinde, özel kağıtlarında, eşyasında, aracında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir’ kuralı, aynı Yönetmeliğin 7. maddesinde ise “Adli aramaya karar vermek yetkisi hakimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebeplerini belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet Savcısına başvurur. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları, eşyası ve aracı aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya ei konulamaz. Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmidört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet Savcısı görevlendirilir. Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar’ hükümleri yer almaktadır.

Yine suç tarihi itibariyle yürürlükte olan 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 2. maddesinin 3. fıkrasının VIII. bendinde “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda, zabıta tarafından suç delillerinin tesbiti veya suç faillerinin yakalanması maksadiyie yapılacak aramalar için, … Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir’, anılan Yasa’nın 9. maddesinin 2. fıkrasında ise polis, kamu düzenini ve anayasal hak ve özgürlükleri korumak bakımından zorunlu ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, il sınırları içinde valinin, iiçe sınırları içinde kaymakamın, somut olay ve gereksinimler için her seferinde yeniden vereceği emirle: … sayılan eylemlerle ilgili kişileri ele geçirmek amacıyla, kişilerin üstlerini, araçlarını ve eşyasını arar, suç unsuru gördüklerine el koyar, evrakıyla birlikte adalete teslim eder.

Vali ve kaymakamın arama ve el koymaya ilişkin emri yazıyla verilir. İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emrin en kısa zamanda yazı ile doğrulanacağı hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü gibi 2559 sayılı PVSK’nın anılan 9. maddesinin henüz 03.10.2001 tarihli Anayasa değişikliğine paralel olarak 4771 sayılı Kanun’la değiştirilmeden önceki haliyle bile ‘ suç delillerinin tespiti veya suç faillerinin yakalanması maksadıyla yapılacak aramalar için, maddede tek tek sayılan yer ve şartlarda, vali veya kaymakamın yazılı emri ile; ivedi durumlarda sözlü olarak verilen emrin en kısa zamanda yazı ile doğrulanması şartıyla polisin, ancak kişilerin üstlerini, araçlarını ve eşyasını arayabileceği’ düzenlenmiştir.

Kaldı ki 2559 sayılı PVSK’nın anılan 9. maddesi de 03.08.2002 tarih ve 4771 sayılı Kanun’la değiştirilerek Anayasa’nın 21 ve CMUK’nın 97. maddeleriyle uyumlu hale getirilmiştir.

Hukuk devleti, Anayasa Mahkemesi’nin pek çok kararında vurguladığı gibi bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir. Bu bağlamda devlet; vatandaşına her an gözaltına alınabileceği, sorgulanabileceği, evinde, işyerinde arama yapılabileceği endişesini yaşatmamalıdır. Aksine, güvenlik içerisinde özgür ve onurlu bir yaşam sunmayı amaçlamalıdır. ( 7. C.D. 20.06.2005 gün /e 2003/3539 E-2005/8098 sayılı kararı )

Buna göre somut olay değerlendirildiğinde; alınan ihbar üzerine suç tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 97. maddesi uyarınca hakimden alınacak arama kararı ile ya da gecikmesinde sakınca varsa bu husus belirtilerek yetkili merciin yazılı veya sözlü arama emri He sanığın işyerinde ( deposunda ) arama yapılması gerekirken, üçe merkezinde, gecikmesinde ne gibi sakınca olduğu da belirtilmeden, hakim kararı da olmaksızın hukuka aykırı bir şekilde arama sonucu elde edilen delile dayanılarak sanığın mahkumiyetine karar verilmesi,

Kabule göre de;

Ele geçirilen maddelerin sahte rakı olup olmadığı kimyasal yönden araştırılıp bilirkişi raporu alınmadan sadece zabıt mümzilerinin beyanına dayanılarak eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi…” isabetsizliklerinden oyçokluğuyla bozulmuştur.

Daire Üyesi Orhan Koçak; “Sanığın haklarının ihlal edilmesi halinde, suçun topluma verdiği zarar ile devlet görevlilerinin sanığa ait hakları ihlal etmelerinden doğan kişisel ve toplumsal zarar karşılaştırılarak sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise hukuka aykırı olarak elde edilen deliller yargılamada delil olarak kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışı bırakılmalıdır.

İnsan haklarını korumak amacıyla yasaya konulan kanuna aykırı elde edilen delillerin, delil olarak kabul edilemeyeceği hükmü hukuk devleti ilkesinin diğer iki unsuru olan adaleti ve hukuki güvenliği gerçekleştirmeyi engellememelidir. Doktrin ( Bahri Öztürk, Yenisey, Delil Yasakları, sh. 44-45 ) ve Yargıtay Genel Kurul Kararları ( 15.03.2005 gün ve 2005/10-15/29, 26.06.2007 gün ve 2007/7-147/159 sayılı kararları ) ve İnsan Hakları Mahkemesi kararları da bu doğrultuda görüş belirtiyor. İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma zorunluluğu milletlerarası anlaşmalarla kabul edildiğinden Anayasa’nın 90/son fıkrası uyarınca da bu kurallar en üstün kural olduğundan İnsan Hakları Mahkemesinin kabul ettiği ölçülülük ilkesini gözetmek zorundayız.

Somut olayımızda da güvenlik görevlilerinin depoda yaptığı arama sonucu sahte rakı imalatı ile İlgili aletler ve alkol ele geçmiştir. Yapılan aramalardaki usulsüzlük He sanığın hakları mı daha çok ihlal ediliyor, yoksa ürettiği sahte rakılarla birçok insanın ölmesine sebebiyet vererek toplumsal zarar mı daha çok İhlal edilmiş oluyor? Yaşam hakkı, konut dokunulmazlığından daha üstün bir hak olduğundan, o hak lehine karar verilerek ele geçen deliller delil olarak değerlendirilmelidir. Kaldı ki sanığın arama yapılırken birtakım haklarının ihlal edildiğine ilişkin bir yakınması da olmamıştır.

Kabule göre yapılan bozma da yerinde değildir. Zira işyerinde aletler, boş rakı şişeleri ve bol miktarda alkol yakalanmıştır.

İzah edilen nedenlerle sayın çoğunluğun bozma düşüncelerine katılmıyorum. Sanığın ifadesinde depo sahibi olarak belirtildiği Cengiz dinlenilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay C.Başsavcılığı’nca 29.06.2009 gün ve 221255 sayı ile;

“… İstanbul K… K… Y… 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imal eden bir şahsın bulunduğunun İhbarı üzerine bu yerin polis tarafından gözetlendiği, bu sırada içeriye giren şahsın bir saat kadar kaldığı ve çıkmadığı anlaşılınca kapı zilinin polis tarafından çalındığı ve kapıyı sanığın açtığında içeriden kuvvetli bir şekilde alkol kokusunun geldiği, aramada sahte rakı imalatına yarayan eşyalar, imalde kullanılan alkol, boş rakı şişeleri bulunması sonucunda tutanak tanzim edildiği, ay m gün poliste alınan ifadesinde kendisinin nakliye işi yaptığını, daha önceleri bir defa sahte rakı pazarlamak, üç defa sahte rakı imal etmek ve piyasaya sürmek suçlarından yakalandığını, bulunduğu yerin şu anda cezaevinde olan Cengiz isimli şahsa ait olduğunu, bu şahsın burada sahte rakı imal ettiğim, kendisinin de talebi halinde birahaneler önünden toplamış olduğu boş şişeleri buraya aracıyla taşımasını yaptığını, olay günü de daha önceden bu şahsa bırakmış olduğu bidonları almaya geldiğini, bu esnada görevlilerce yakalandığını’, savcılık ifadesinde ise “Su pazarladığını, olay yerine su bıraktığını, o sırada polislerin geldiğini”, duruşmada ise” Su pazarlamacılığı yaptığını, Cengiz’e su verdiğini, boş su bidonlarını almaya geldiğinde tesadüfen polislerin geldiğini’ ifade etmiştir.

Yapılan araştırmada Cengiz diye bir kişinin sanığın belirttiği cezaevinde tutuklu bulunmadığı anlaşılmıştır.

Adli sicil kayıtlarının incelemesinde sanığın sahte rakı bulundurmak suçundan ceza kararnamesi ile cezalandırıldığı, polis kayıtlarında ise, sahte rakı pazarlamak, sahte rakı İmal edip piyasaya sürmek suçlarından giriş kayıtları olduğu tespit edilmiştir.

Sanık beyanları ve olay tutanakları incelendiğinde; sanığın bir anahtar olmadan depoya girmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde, maddi olaya göre olay tutanağı ve ihbar He olay yerine gelindiğinde şahsın içeriye girdiği, bir saat çıkmayınca kapı zilinin polis tarafından çalınması sonucu kapıyı açtığı ve ilk ifadesinde boş şişeleri taşıdığını da belirtmesi, ifadesinde bahsi geçen Cengiz İsimli şahsın bulunmadığı da dikkate alındığında sanığın tevilli ikrarının bulunduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla olay yerinde bulunan depoda hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonunda ele geçirilen delilin hükme esas alınmayacağı konusunda Yargıtay Özel Dairesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında görüş farklılığı bulunmadığı, ancak hukuka aykırı aramada elde edilen maddi delil dışındaki diğer delillerin, yani telefon ihbarı ile sanığın tevilli ikrarının somut olayda mahkumiyet için yeterli olup olmadığının Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 144-150 esas karar sayılı İlamı ışığında tartışılması gerekmektedir.

Sanığın tevilli ikrarı özgür idaresine dayalıdır. Beyanının ciddiyetini ve doğacak sonuçlarını bilmektedir, tevilli ikrarı diğer delillerle ve emarelerle desteklenmektedir.

Sanığın tevilli ikrarının delil değeri evvelce sahte rakı imalinden mahkumiyetinin ve yakalanmasının bulunması ve depoya kendinde mevcut bulunan anahtarla girmesi, zili çalan polislere kapıyı kendisinin açması, içerideki rakı imalinde kullanılan aletlere, şiddetli alkol kokusunu görmemesi ve bilmemesinin mümkün olmaması nedenleri ile delil değeri taşımaktadır.

Bu tespitler birlikte değerlendirildiğinde, ihbar üzerine başlatılan soruşturma sürecinde sanığın ihbarla uyumlu tevilli ikrarı karşısında sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sübuta erdiği anlaşılmıştır… “gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay Yedinci Ceza Dairesi’nin 19.03.2009 tarih ve 8913-4357 sayılı kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talep olunmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, hukuka aykırı aramada elde edilen maddi kanıtlar dışındaki diğer kanıtların mahkumiyet için yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Yerel mahkemece, sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sabit olduğu kabul edilerek, cezalandırılmasına karar verilmiş, Özel Daire’ce “hüküm hukuka aykırı bir şekilde arama sonucu elde edilen kanıta dayanılarak sanığın mahkumiyetine karar verilmesinin isabetsiz olduğu, kabule göre de ele geçirilen maddelerin sahte rakı olup olmadığının kimyasal yönden araştırılıp bilirkişi raporu alınmadan sadece zabıt mümzilerinin beyanına dayanılarak eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi” isabetsizliklerinden oyçokluğuyla bozulmuştur.

Yargıtay C.Başsavcılığı’nca arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonunda ele geçirilen kanıtın hükme esas alınmayacağı kabul edilmekle birlikte, ihbar üzerine başlatılan soruşturma sürecinde sanığın ihbarla uyumlu tevilli ikrarı karşısında sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sübuta erdiği, gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurulmuştur.

Esas itibariyle, soruşturma ve kovuşturma işlemleri, gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun olmalıdır. Bu bakımdan, somut olaydaki aramanın hukuka uygun olup olmadığı hususu, işlemin gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümler gözetilmek suretiyle saptanmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 20. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrasında: “Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz” denilmektedir.

Yine arama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 97. maddesinde: “Aramaya karar vermek salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet Savcıları ve Savcıların muavini sıfatiyle emirlerini icraya memur olan zabıta memurları arama yapabilirler” hükmü yer almaktadır.

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun arama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 2. maddesinde ise; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda, zabıta tarafından suç delillerinin tespiti veya suç faillerinin yakalanması maksadıyla yapılacak aramalar için, yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirlerin derhal yerine getirileceği belirtilmektedir. Ancak, gecikmede sakınca bulunması nedeniyle kolluğun arama yetkisinin doğması halinde yapılacak uygulamaya ilişkin olan bu hüküm, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun, aramanın koşulları ile yöntemini düzenleyen ve arama kararı veya emri vermeye yetkili mercileri belirleyen hükümlerini ortadan kaldıran veya değiştiren bir düzenleme niteliğinde kabul edilemez.

Arama işlemi sırasında yürürlükte bulunan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 5. maddesinde; “Adli arama, bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili diğer mahallerinde, üzerinde, özel kağıtlarında, eşyasında, aracında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir” şeklinde tanımlanmış, adli aramalara karar ve emir verme yetkisi başlıklı Yönetmeliğin 7. maddesinde ise; “Adli aramaya karar vermek yetkisi hakimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebeplerini belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet savcısına başvurur.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları, eşyası ve aracı aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya el konulamaz.

Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmi dört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet savcısı görevlendirilir.

Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar” hükmüne yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi, arama işleminin yapıldığı tarihteki yasal düzenlemelere göre, arama ancak hakim kararıyla mümkündür. C.Savcıları ile onun yardımcısı sıfatıyla emirlerini yerine getirmekle görevli kolluğun arama emri yetkisi istisnai olup, bu yetkinin doğması için bir ön koşul olarak, gecikmesinde sakınca umulan halin gerçekleşmesi gerekir. Gecikmede sakınca bulunduğundan söz edebilmek için de, ilgilinin hakime başvurup karar aldıktan sonra tedbiri uygulamak istemesi halinde o tedbirin uygulanamaz duruma düşmesi ya da uygulanması halinde dahi beklenen faydayı vermemesi söz konusu olmalıdır.

Somut olayda şüphelinin işyeri olduğu iddia edilen yerde, sahte rakı imal edildiğinin ihbarı üzerine, hakim kararı alınmaksızın, yapılan aramada birinin yarısı, diğerinin tamamı dolu iki adet 750 litrelik varil içinde saf alkol, bir adet rakı ve votka şişelerinin kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş ise de, düzenlenen tutanakta gecikmede sakınca bulunduğuna ilişkin hiçbir belirlemeye yer verilmediği gibi, dosya içeriğinde de, gerçekleştirilen arama için hakim kararı alınmasının gecikme yaratacağını ve bunun da sakınca doğuracağını düşündürecek bir belge ve bilgi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla, kolluğun arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için gereken yasal koşullar oluşmadan gerçekleştirdiği arama işleminin hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Somut olaydaki hukuka aykırılığı bu şekilde saptadıktan sonra, hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıtın ceza yargılamasında kullanılıp kullanılamayacağı sorununu inceleyecek olursak;

Ceza yargılaması hukukumuzda delillerle ilgili geçerli ilke, “delil serbestisi” prensibidir. Bu nedenle, ceza yargılaması hukukunda, medeni yargılama hukukundan farklı olarak, her şey kanıt olarak kabul edilebilmektedir. Öte yandan, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 254. maddesinin birinci fıkrasında; “Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri, duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder” denilmekle, yargılama sürecinde sunulan ve toplanan kanıtlardan çıkarım yapılması yargıçların takdirine bırakılmıştır. Ancak hem “delil serbestisi” hem de “delillerin yargıçların kanaatine göre takdir edilmesi” ilkelerinin belli sınırları bulunmaktadır. Bunlardan biri de, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır. Başka bir deyişle, hukuk düzeninin yasakladığı yöntemlerle toplanan kanıtlar mahkemece dikkate alınamazlar. Temel hak ve hürriyetlere yasadışı müdahale suretiyle elde edilen delillerin davalarda hükme esas alınmasının hukuka aykırı sayılması ise, çağdaş hukuk sistemlerinin bazılarında yargısal ilkeler, kimilerinde de pozitif hukuk normları sayesinde mümkün olabilmektedir.

Bu konuda mukayeseli hukuk incelendiğinde ana hatlarıyla iki eğilim veya sistem göze çarpmaktadır.

Bunlardan ilki Anglo-Amerikan ceza adalet sistemi olup, bu sistemde, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtlar, hukuka aykırılığın boyutuna bakılmaksızın değerlendirme yasağı kapsamındadır. Mutlak değerlendirme yasağının benimsendiği bu sistemde, hukuka aykırılığın boyutu ile herhangi bir temel hak veya özgürlüğü zedeleyip zedelemediği önemli olmadığı gibi, delil elde edilirken, yapılan hukuka aykırılık nedeniyle sanığın hangi hakkının ihlal edildiği ile de ilgilenilmez. Hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir kanıt varsa, artık o kanıt kullanılamaz. Bu sisteme yöneltilen en büyük eleştiri, kolluğu disipline etmeyi amaçlayan bu uygulamanın, adalet sistemini kilitleyebileceği ve toplumun adalet duygusunu inciten sonuçların ortaya çıkmasına yol açabileceğidir.

İkinci sistem ise, nisbi değerlendirme yasağını öngören ve Kara Avrupası’nda egemen olan sistemdir. Bu sistemde, ihlal edilen kuralın koruduğu hukuki değerden yola çıkılmak suretiyle, yalnızca temel haklar ihlal edilerek elde edilen kanıtların değerlendirilemeyeceği, yasanın mutlak aykırılık olarak öngördüğü ihlaller dışındaki aykırılıkların ise yasak kapsamında bulunup bulunmadığının, her somut olayda hakim tarafından değerlendirileceği kabul edilmektedir.

Bu konuda birçok teori ileri sürülmüş, bu teorik yaklaşımlar, hakların dengelenmesi, hakların karşılaştırılması, değerlerin tartımı şeklinde adlandırılmıştır. Kara Avrupası sisteminde, korunan değerler ile ihlal edilen değerlerin birbiriyle kıyaslanması suretiyle gerçeği bulmadaki toplumsal çıkar ile ihlal edilen yargılama kuralının etkilediği hak veya yarar karşılaştırılarak, bu kanıtın hükme esas alınıp alınamayacağının belirlenmesi gerektiği yaklaşımı baskın görüş olarak kabul edilmiştir. ( Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi, 6. Baskı, Sh. 654 vd. )

Bu konuyla ilgili olarak ülkemizdeki duruma gelince;

Duraksamadan belirtmek gerekir ki, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile getirilen yargılama sisteminde eskiden bu yana pozitif hukuk normu olarak bazı kanıt yasakları da mevcuttur. Tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkını kullanmış bulunanların önceden verdikleri ifadelerin duruşmada okunamayacağı ( CYUY m. 47 vd., 245 ), dolayısıyla bu açıklamaların yapılmamış varsayılması gerektiği ve kararda bunlara dayanılamayacağı yolundaki ilke bunlardan biridir. Ancak bu münferit hükümlere karşın, 1992 yılına kadar kanıt yasakları konusu CYUY’de genel bir ilke biçiminde düzenlenmemiştir. Konuyu düzenleyen açık bir pozitif hukuk normu mevcut olmadığından, bu tarihten önceki süreçte mahkemeler, içtihadı ilkelerle hukuka aykırı kanıtlar konusunda çözüm geliştirmişlerdir. Örneğin; Askeri Yargıtay İkinci Dairesi 26.04.1973 tarihli bir kararında “…kanuna, ahlaka ve genel adaba aykırı surette toplanan delilleri, hakim, telakki etmekten kaçınmak zorundadır” görüşüne yer vermiştir.

Ancak, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’nda 18.11.1992 gün ve 3842 sayılı Yasa ile değişiklik yapılarak Yasa’ya iki önemli hüküm eklenmiştir. Bunlardan ilki, Yasa’nın 135/a maddesidir. Yasa’nın 135. maddesinde ifade alma ve sorguya çekmenin yöntemi düzenlenmiş, 135/a maddesinde ise, ifade ve açıklamaların özgür iradeye dayanması gerektiği belirtildikten sonra, bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahalelerin yapılamayacağı, yasaya aykırı menfaat vaat edilemeyeceği belirtilerek, bu ve benzeri uygulamalar yasak sorgu yöntemleri olarak sayılmış, ayrıca “bu yasak yöntemlerle elde edilen ifadelerin rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceği” hükme bağlanmıştır. Konumuzu ilgilendiren asıl değişiklik ise CYUY’nin 254. maddesine eklenen ikinci fıkradaki; “soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınmaz” emredici kuralıdır. Delil yasakları ile ilgili genel ve kapsayıcı nitelikteki bu ilke uyarınca, hükme esas alınması mümkün bulunmayan deliller, “hukuka aykırı biçimde elde edilen deliller”dir. Nitekim, Ceza Genel Kurulu’nun 08.04.2003 gün ve 30-98 sayılı kararında; suç örgütü ile ilgili soruşturmada telefon konuşmalarının hakim kararı olmaksızın dinlendiği ve kayda alındığına işaret edilmek suretiyle, “…1412 sayılı CYUY’nin 254. maddesinin açık hükmü uyarınca, hukuka uygun olarak elde edildiği saptanamayan bu ses kayıtlarının kanıt olarak hükme esas alınamayacağı” belirtilmiştir.

Öğretide de,

Centel/Zafer; “1412 sayılı Yasa’da, delil ayrımı yapılmaksızın ve hukuka aykırılığın boyutuna bakılmaksızın, tüm hukuka aykırı delillerin, değerlendirme dışı bırakılması emredilmiştir. O halde yasa koyucu Anglo-Amerikan sistemini benimseyerek, tüm hukuka aykırı deliller için mutlak bir değerlendirme yasağı kabul etmeyi tercih etmiştir.” şeklindeki açıklamalarla, 1412 sayılı CYUY’nin 254/2. maddesinde mutlak değerlendirme yasağının öngörüldüğünü belirtmişlerdir. ( CENTEL, Nur/ZAFER, Hamide; Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, sh. 697 vd. )

Aynı şekilde Çınar; “…bunun anlamı hiçbir biçimde hukuka aykırı kanıtın hükme etki edemeyeceği, yok sayılacağıdır. Hukuka aykırı kanıtların dolaylı ya da bir başka deyişle uzak etkisi de kabul edilemez. Yani zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur, çünkü CYUY’nin 254/2. maddesi, hukuka aykırı kanıtlar ve bu kanıtlar aracılığıyla elde edilen diğer kanıtlar ayrımı yapmadan hepsini hukuka aykırı kanıtlar kapsamına alarak bunların yargılamada değerlendirilemeyeceğini öngörmüştür” ( ÇINAR/A.Rıza; Hukuka Aykırı Kanıtlar, TBB Dergisi, Sayı 55, sh. 41 vd. )

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Öztürk ise; “Anglo-Amerikan Hukukunda zehirli ağacın meyveleri olarak anılan delil yasaklarının uzak ( dolaylı ) etkisi tartışmalı bir konudur, konu Almanya’da da tartışmalıdır. Eski CMK 254’e 3842 sayılı Kanun’la ithal edilen ve “hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağını” mutlak bir şekilde öngören düzenleme karşısında delil yasaklarının uzak ( dolaylı ) etkisi meselesi Türk Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından da halledilmiş, yeni CMK m. 277/2 de bu kanaati büsbütün pekiştirmektedir” şeklindeki açıklamalarla, delil yasaklarının kapsamını belirtmişler, ( ÖZTÜRK, Bahri; Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, sh. 373 )

İçel-Yenisey de, 3842 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle hukuka aykırı delil kavramının getirildiğini, yasa koyucunun bu hükümle, Kıta Avrupası hukuk sisteminin içine Anglo-Amerikan hukuk sistemine ait bazı öğeleri yerleştirdiğini ifade etmişlerdir. ( İÇEL, Kayılıan/YENİSEY, Feridun; Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Kanunları, 4. Baskı, sh. 1133 )

Öte yandan, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinde de ifade alma ve sorgudaki yasak usuller örnekseme yoluyla ve sayılanlarla sınırlı olmayacak biçimde gösterilmiş, ayrıca önceki yasal düzenlemeye benzer biçimde, “yasak usullerle elde edilen ifadelerin rıza ile verilmiş olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceği” hükme bağlanmıştır. Keza 206. maddesinin 2. fıkrasının ( a ) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması halinde reddolunacağı ifade edilmiş, 217. maddenin ikinci fıkrasında ise, “yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği” belirtilmiştir. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, yeni ceza yargılama sistemimizde de ispat aracı olarak kabul edilmemiştir. Kaldı ki, 230. maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkumiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur.

“Yasa dışılıktan” daha geniş bir içeriğe sahip olan “hukuka aykırılık kavramı”nın çerçevesi ve kapsamı saptanırken, gerek pozitif hukuk metinlerine gerekse kişilerin temel hak ve hürriyetlerine ilişkin evrensel hukuk ilkelerine aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmeli ve aykırılığın varlığı halinde hukuka aykırılığın mevcudiyeti kabul edilmelidir. Bu kavram, Anayasa Mahkemesi’nin 22.06.2001 gün ve 2-2 sayılı kararında da benzer biçimde tanımlanmıştır.

Sözü edilen kararda: “Hukuka aykırılık en başta milli hukuk sistemimiz içinde yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeve içinde, Anayasa’ya, usulüne uygun olarak kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere, kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere, yönetmeliklere, içtihadı birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı uygulamaların tümü hukuka aykırılık kavramı içinde yer alır.

Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı verilen ve uygar dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk kuralı olarak kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da, hukukun genel ilkelerinin hukuki bağlayıcılığı bulunduğu gerek uygulamada gerekse doktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu ilkelerin yasa koyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır ( örneğin bkz. E 1985/31 K. 1986/1, KT 17.03.1986, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 22. s. 115 ). Anayasa Mahkemesi’nin bu görüşleri çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan, hatta Anayasa’nın değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma getirilmiştir” denilmektedir.

Açıklanan pozitif hukuk normları ve uygulamayı yansıtan yargısal kararlar karşısında belirtmek gerekir ki; “hukuka aykırı biçimde” elde edilen deliller, Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde dikkate alınamaz.

Bu itibarla; sanığın işyerinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen maddi kanıt ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, yerel mahkemece hükme esas alınmasında isabet bulunmamaktadır.

Esasen somut olayda; aramanın hukuka aykırı olduğu ve arama sonucunda elde edilen kanıtın hükme esas alınamayacağı hususunda Yargıtay Özel Dairesi ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında da bir görüş farklılığı söz konusu değildir. Çözümü gereken uyuşmazlık, hukuka aykırı aramada elde edilen maddi kanıt dışındaki diğer kanıtların, bu bağlamda hakkındaki ihbar ile sanığın mevcut ikrarının somut olayda mahkumiyet için yeterli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır.

Amacı isnada konu maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ceza yargılamasında, somut olaya münhasır delillerden biri de “beyan” delilidir. Beyan, tanığa, sanığa veya sanığın dışındaki taraflardan birine ait olabilir. Sanığın isnat bakımından önemli görülen olayları beyanıyla kabul etmesi şeklinde tanımlanabilecek olan ikrar; eylem hakkında en çok bilgisi bulunanın beyanı olması, soruşturmayı esaslı surette kolaylaştırması, özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde yargıcın vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibariyle önemli bir sübut vasıtasıdır.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda öngörülen sistemde, ikrarın delil oluşturması bakımından, hakim huzurunda olup olmaması arasında fark öngörülmüş ve bunlardan sadece hakim huzurunda yapılanına kanıt değeri tanınmıştır. ( CYUY’nin m. 247 )

01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 213. maddesinde ise; sanığın hakim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcıları tarafından alınan ifadelerin duruşmada okunabilmesi kabul edilerek, savcı tarafından alınan ifadelere de delil olma değeri tanınmıştır. Buna karşılık, şüphelinin kollukça alınan ifadesine ilişkin tutanağın duruşmada okunabilmesi için, kollukta ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması koşulu aranmıştır. Görüldüğü gibi, her iki yasal düzenlemede de, hakim önündeki ikrarın kanıt değeri kabul edilmiştir.

Ancak, vicdani kanıt sisteminin geçerli bulunduğu ceza yargılaması hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan ikrarın da, dosyada varlığını koruyan diğer tüm kanıtlar gibi yargıç tarafından serbestçe takdir edilip değerlendirilmesi gerekecektir.

Gerçekten de, bir kimsenin suçlu olmadığı halde kendisini suçlu sayması veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. O halde, ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği ve özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bulunanın beyanın ciddiyetini ve bundan doğacak sonuçları bilip bilmediği, ikrarın başkaca deliller veya emarelerle desteklenip desteklenmediği, hayatın olağan akışına uygun düşüp düşmediği, kuşkudan arınmışlığını ve belirliliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar da gözönünde bulundurulmak suretiyle, somut olaydaki ikrarın delil değeri ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir.

İncelenen dosyada;

Polis memuru H.Haluk tarafından 07.02.2004 günü saat 10.00’da düzenlenen ihbar tutanağına göre; “İstanbul K… K… Y… 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imal eden bir şahsın bulunduğu”nun ismini vermeyen bir şahıs tarafından ihbar edilmesi üzerine; bu yerin polis tarafından gözetlendiği, içeriye giren şahsın bir saat kadar içeride kalıp, dışarı çıkmaması üzerine, kapı zilinin polis tarafından çalındığı, sanık tarafından kapı açıldığında içeriden kuvvetli bir şekilde alkol kokusunun gelmesi nedeniyle, yapılan aramada, çok sayıda paket haline gelmiş boş rakı ve votka şişeleri, rakı kapakları, içinde alkol bulunan yüksek bir yere monte edilmiş iki adet varil, şişe kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş, 07.02.2004 günü saat 18.15’de düzenlenen olay yakalama ve zaptetme tutanağı, polis memurları ve yakalanan sanık Eyyüp tarafından imzalanmıştır.

Sanık Eyyüp 08.02.2004 tarihinde kollukta alınan beyanında; nakliye işi yaptığını, daha önceleri, bir defa kaçak sigara, iki defa ruhsatsız tabanca bulundurmak, bir defa sahte rakı pazarlamak, üç defa sahte rakı imal etmek ve piyasaya sürmekten yakalandığını, bulunduğu yerin şu anda cezaevinde olan Cengiz isimli şahsa ait olduğunu, bu şahsın burada sahte rakı imal ettiğini, kendisinin de talebi halinde birahaneler önünden toplamış olduğu boş şişeleri buraya aracıyla taşımasını yaptığını, rakı imal edip satmadığını, olay günü de daha önceden bu şahsa bırakmış olduğu bidonları almaya geldiğini, bu esnada görevlilerce yakalandığını, Cengiz’in iki ay kadar önce Kayışdağı’nda oturduğunu, Bayrampaşa’da bilmediği bir yere taşındığını, bu şahsın Bayrampaşa cezaevinde yattığını duyduğunu söylemiş,

Yapılan araştırmada Cengiz isimli bir kişinin sanığın belirttiği cezaevinde tutuklu bulunmadığı, ayrıca cezaevine giriş-çıkış kaydının da olmadığı anlaşılmıştır.

Sanık C.Savcılığı’nda müdafisi hazır olduğu halde 08.02.2004 tarihli savunmasında; su pazarladığını, Cengiz’in evine beş bidon su götürdüğünü, kendisinin evde olmadığını bilmediğini, olay yerine beş bidon su bıraktığını, o sırada polislerin geldiğini, rakı imalatı İle ilgisinin olmadığını savunmuş,

Duruşmada İse; su pazarlamacılığı yaptığını, Cengiz’e su verdiğini, boş su bidonlarını almaya geldiğinde tesadüfen polislerin geldiğini, olayla ilgisinin olmadığını beyan etmiştir.

Tanık Vedat duruşmada alınan beyanında; olay tarihinde bahse konu yerde rakı imalatı yapıldığını ihbar etmişlerdi, zaman zaman buraya gelip baktığımızda, binanın birinci kat olduğu, demir parmaklıkları bulunduğu, camlarının boyanması nedeniyle içerisinin görünmediği, ancak rakı kokusunun geldiği tarafımızdan saptanmıştı, bu nedenle olay günü tekrar baskın yaptık, içeriden sesler geliyordu, kapının zilini çaldık, içeriden sanık çıktı, boş şişeleri biraraya istiflemiş, alkol, su karışımını büyük bir varile biriktirmiş, depolamış, doluma hazır şekilde yakaladık, tek başına idi, sorduğumuzda söylemedi, ancak kendisi aynı suçtan sabıkalı idi, işyeri adı geçen kişi tarafından kiralanmış, rakı imal yeridir, su satmak için gelmesi söz konusu olamaz, içeriden çıktı demiştir.

Sanığın, kaçak sigara bulundurmaktan 1918 sayılı Yasa’ya muhalefet iddiasıyla, sahte rakı pazarlamak, yasak tabanca taşımak, iki kez sahte rakı imal edip piyasaya sürmek suretiyle dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla emniyete geliş kaydının olduğu, ayrıca sahte rakı satışa sunmaktan, İzmir Üçüncü Sulh Ceza Mahkemesi’nce 06.06.2002 gün ve 827-734 sayılı ceza kararnamesi ile 4128 sayılı Yasa’nın 18/A-k maddesi uyarınca 436.208.198 TL ağır para cezasına mahkum edildiği, 1918 sayılı Yasa’ya aykırılık suçundan hakkında açılmış bulunan kamu davasının ise 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nce ertelenmesine karar verildiği saptanmıştır.

Görüldüğü gibi, dosyadaki hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtların değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın cezalandırılmasına olanak bulunmamaktadır. Her ne kadar C.Başsavcılığı’nca, ihbar tutanağı ve sanığın ikrarı ile suçun sabit olduğu ileri sürülmüş ise de, ihbar sonucu elde edilen kanıtlara itibar edilemeyeceğinden, ihbarın da bu anlamda bir kanıt değeri bulunmayacaktır. Diğer yönden, dosyada sanığa ait bir ikrar bulunmadığı gibi, bir an için sanığın ikrarının olduğu kabul edilse dahi, maddi kanıtlarla desteklenmeyen ve özgür irade ürünü olmayan bu ikrara da dayanılması mümkün değildir.

Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüsüne katılmayan Kurul Üyesi Orhan Koçak;

” Usulüne uygun olmayan bir arama ite kaçak rakı imaline ait depo aranmış, rakı imal aletleri, şişeler ve bol miktarda alkol bulunmuş, sanık usulüne uygun olarak alınan karakol ifadesinde suçu ikrar etmiş, ancak daha sonraki aşamalarda inkar yolunu seçmiştir.

Çoğunluk ile muhalefet arasındaki uyuşmazlık, bu delillerle sanığın mahkumiyetine karar verilip verilemeyeceğine ilişkindir.

Arama kararının usulüne uygun olmadığı tarafımızdan da kabul edilmektedir.

Ancak;

Anayasa’nın 90/son fıkrası “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Antlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermesi karşısında yasalarda hukuka aykırı delillerin nazara alınmayacağı öngörülmüş olsa da İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında görüleceği üzere ölçülülük kriteri nazara alınmalıdır.

Ölçülülük ( denge ) kriterine göre hukuka aykırı delilin dikkate alınması halinde sanığın kişisel hakkı mı, yoksa toplum mu daha çok zarar görecektir, karşılaştırılması yapılmalı, hukuka aykırı delilin dikkate alınması halinde sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise yargılamada kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışında tutulmalıdır. Kaçak rakıdan dolayı kaç kişinin öldüğü, gözünün kör olduğu hepimizin malumudur. ” CEZASIZ KALAN SUÇLARIN YENİ SUÇLULAR YARATACAĞI HUSUSU HUKUKUN TEMEL İLKELERİNDENDİR.” İnsan haklarının korunması amacıyla konulan yasa hükümleri “HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN DİĞER İKİ UNSURU OLAN ADALETİ VE HUKUKİ GÜVENLİĞİ GERÇEKLEŞTİRMEYİ ENGELLEMEMELİDİR.” Düşünün kl usulsüz arama sonucu sanığın evinde ceset bulunup bunu delil değerlendirmesinde dikkate almayarak sanığın beraatine karar verildiğinde nasıl adalet sağlanacaktır? Bu tür uygulamalar “TAŞLARIN BAĞLANIP KÖPEKLERİN SOKAĞA SALINMASINA ” sebebiyet verecek ve yeni suçlular yaratacaktır. Bu durumda toplumda düzen nasıl sağlanacak? İzah edilen sakıncaların giderilmesinin çözümü için hukuka aykırı delilin kullanılmasında İnsan Hakları Mahkemesi’nin benimsediği ölçülülük kriterini benimsemek ve yasa koyucuları tarafından da hukuka aykırı işlem yapanlar için ağır cezalar getirmek gerektiği düşüncesindeyim.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15.03.2005 tarih ve 2005/10-15-29 sayılı oybirliğiyle alınan kararında açıkça “Kanunlarımızda yasak sorgu yöntemleri kullanılarak elde edilen deliller dışında kalan diğer hukuka aykırı deliller için genel bir değerlendirme yasağı getirilmiştir. Ancak bu hüküm, delilin elde edilmesindeki her türlü hukuka aykırılığın, o delilin değerlendirme kapsamı dışında tutulmasını gerektireceği biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim doktrinde de, elde edilen delillerin basit hukuka aykırılıklar nedeniyle değerlendirme dışında tutulmasının, haksız beraat kararlarının verilmesine ve yargılamanın kilitlenmesine neden olabileceği ifade edilmiştir ( Bahri Öztürk, Yenisey, Delil Yasakları, Ankara, 1995, s. 44-45 ). O halde, anılan hükmün uygulanmasında yargıcın takdir yetkisini kullanabilmesi mümkündür. Yargıç, yasaklanmış deliller dışında, takdir yetkisini kullanıp değerlendirme yaparken, delil elde edilmesi faaliyeti sırasında ihlal edilen kurallar nedeniyle sanığın haklarının ihlal edilip edilmediğine bakmalı, sanığın haklarının ihlal edilmediği hallerde, hukuka aykırı şekilde elde edilen delilleri yargılamada kullanabilmelidir. Sanığın haklarının ihlal edilmesi ise, suçun topluma verdiği zarar ile devlet görevlilerinin sanığa ait hakları ihlal etmelerinden doğan kişisel ve toplumsal zarar karşılaştırılmalıdır. Sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise hukuka aykırı olarak elde edilen deliller yargılamada kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışı bırakılmalıdır” denmesine, sanığın ikrarına havi ifadede de usule aykırı bir durum olmamasına, olayın sıcaklığı ile alınmış, oluşa uygun bir ifade olmasına, ayrıca sanık hakkında daha önce iki kez kaçak rakı imalinden dolayı İşlem yapılması, depoyu sanığın gelip açması ve arama sonucu önemli ölçüde alet, şişe ve alkol yakalanması, gibi delillere, yine Yargıtay CGK’nın 29.11.2006 gün ve 150 sayılı iki kişinin muhalefeti ile verilen kararında “usulsüz arama sonucu evinde hint keneviri ele geçen ve hakkında ihbar üzerine başlatılan soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ihbarla uyumlu ve hayatın olağan akışına da uygun düşen özgür ve samimi ikrar karşısında sanığın izinsiz hint keneviri ekme suçu sübut etmiştir” denmesine rağmen çoğunluk tarafından benzer olan olayımızda sanığın beraati gerektiği sonucuna varılmıştır” görüşüme,

Çoğunluk görüsüne katılmayan Kurul Üyesi M.Nihat Ömeroglu;

“Sanığın sahte rakı imalathanesi kurduğu, burada imal ettiği rakıları piyasadan topladığı rakı şişelerine doldurduğu, şişe ağızlarını da orjinallerine yakın bir şekilde kapatıp piyasaya sürdüğünü ihbar edilmesi üzerine, suç tarihinde polisin bildirilen adrese gitmesi üzerine sahte rakı imalathanesinin tespit edildiği ve içeride variller içinde alkol, imal edilen sahte rakılar, imalatta kullanılan elektrikli makinalar, rakı ve votka şişeleri, şişe kapakları, variller bulunduğu, eşyaların zapt edildiği, sanığın bu imalathanede suçüstü yakalandığını, 4733 sayılı Kanun’un 8 ve TCK 36. maddelerinden cezalandırılmasının istendiği, Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesince takdiren teşdiden 4733 sayılı Kanun’un 8/1, TCK maddeleri uyarınca 3 yıl hapis ve 458.000 TL adli para cezasına hükümlendirildiği, Yedinci Ceza Dairesinin de kararın hukuka aykırı elde edilen delilerle mahkumiyet kararı verilmesi ve eksik tahkikatla kararı bozmuş, Yargıtay C.Başsavcılığı karardaki gerekçelerle itirazı üzerine dosya Ceza Genel Kurulu’nda görüşülmüş ve çoğunluk görüşü doğrultunda sanığın beraatı gerektiği kabul edilmiştir.

I. 1. Günümüzde temel hak ve özgürlüklerin öne çıktığı ( özellikle özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığının ihlali vb. gibi ) bilinmektedir. O nedenle 5271 sayılı CMK’da bu doğrultuda önemli hükümler getirilmiş ve Avrupa devletleri yasalarıyla uyumluluğa özen gösterilmiştir.

Bu konuda Anayasa ve yasalarımızdaki temel metinlerde düzenlenen hükümler yazıya alınacağı için bunların tekrarından kaçınılmıştır.

2. CMK delil serbestisi yöntemi benimsenmiştir. Saçma olmamak kaydıyla her şey delil olabilir. Bunun değerlendirilmesi için mutlaka duruşmaya getirilmeli ve taraflarca değerlendirilmelidir. Hakim kanuna, hukuka ve vicdani kanaatine göre delilleri takdir eder. Hakime verilen delilleri takdir yetkisi tartışmasızdır. Bunun sınırı delillerin hukuka, maddi gerçeğe, mantığa aykırı olmaması gerekir. ( Bkz. Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 16. Bası, sh. 1080 ve devam. Yine bkz. V.Ö. Özbek, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 2006, sh. 689 ve devam )

Anayasa m. 20-21, 38 paralel olarak CMK 206/2-a “Delil, kanuna aykırı elde edilmişse”, 217/2 “yüklenen suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”, 230/1-b “…Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi”, 289/1-i “Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanması”ndan bahsetmektedir. Görüldüğü gibi terminoloji birlikteliği yoktur. Bu durumun teoride de görülmekte, bazı akademisyenler “ispat yasakları”, “delil yasakları”; Kunter, Yenisey, Nuhoğlu ve “hukuka aykırı delil” ve “delil elde etmenin sınırları” terimleri tercih etmektedirler. ( Bkz. Ege Kunter, Yenisey, Nuhoğlu sh. 1081 )

II. 1. Hukuka aykırı delillerin, hükme esas alınmayacağında pozitif hukukumuz gözönüne alındığında aksini savunmak durumunda değiliz. Buna biz de katılıyoruz. Ancak bu hükümlere kategorik olarak ve dar yorumlanarak benimsenmesine karşıyız. Bu hükümlerin de istisnalarının olabileceğini somut olay gözönüne alınarak her zaman mümkün olduğunu savunuyor ve iddia ediyoruz.

AİHM kararlarında da, mahkeme kendini bağlamamak ve içtihat birliği sağlamak adına, hükümleri öncelikle somut olayı esas olarak değerlendirmekte ve yorumlamaktadır. AİHM Medet Kömürcü – Türkiye ( No-2 ) Başvuru no 40160/051 kararında, “…haddinden fazla şekilcilik olmaksızın, belirli bir esneklikle uygulanması gerektiğini kabul etmiştir. Ayrıca iç hukuk yollarını tüketme kuralı ne kesin ne de otomatik olarak uygulanabilir bir kuraldır; bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit davanın koşulları dikkate alınması esastır. …”görüşünü benimsedikten sonra, deliller konusunda da şu kıstası getirmektedir. “Olayın tespit edilmesi için AİHM her türlü makul şüphenin ötesinde delil kıstasına başvurur, ( bkz. İrlanda-İngiltere 18 Ocak 1978 paragraf A-serisi No: 25 ) böylesi bir delil itirazı kabil olmayan, yeterince ciddi, belirgin ve tutarlı birtakım emare ya da karinelerden doğabilir…”

2. Bizim de benimsediğimiz görüşe göre Kunter, Yenisey, Nuhoğiu hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller konusunda, “Hukuka aykırı yöntemle elde edilen deliller, kovuşturma organları tarafından yapılan isleme ve bu İşlemin kanunla düzenlenmesi ile korunmak istenen hukuki menfaate göre tasnif edilmelidir…” demektedirler. Hukuka uygunluk belirlenirken, şekil hukuka aykırılıkla nazara alınmamalı, hukuka aykırılığın öze ilişkisi olup olmadığı denetlenmelidir.

Bundan sonra hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olduğu belirlenen bu delil hüküm verirken kullanıp kullanmamak mahkemenin takdirine bırakılmalıdır. Sonuçta verilen karar sanığın “adi! yargılama hakkını” ihlal etmeyecekse, hukuka aykırı olan delilin dahi, hükümde kullanılması ilkesini benimsiyoruz. Ancak kanunda “delilin kullanılmasını tümden yasaklayan bir norm varsa bu delilleri hiçbir şekilde kullanılmaması gerektiğini kabul ediyoruz” görüşündedirler ( bkz. age sh. 1085 ). Adil yargılama hakkı Anayasamızın 36. maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Yine aynı görüşe göre; “Hukuka aykırı bir yöntem kullanılarak veya ” Yasanın kabul etmemesine rağmen” elde edilen delillerin istisnasız bir şekilde değerlendirme dışında bırakılması doğru değildir. Zira, delil elde edilirken ihlal edilen kural bazen çok önemlidir, bazen ise basittir. Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olsa dahi, bu şüphe sebeplerinin mahkemeye sunulması gerekir. Zira bizim sistemimizde” delillerin dosyadan çıkarılması” diye bir kurum yoktur.

Alman doktrini… hukuka aykırı delilleri, duruşmada değerlendirme sorununu “sanık hakları teorisi” çerçevesinde çözümlenmektedir… Alman mahkemeleri “delilleri elde edilmesi ile gerçekleşen hukuka aykırılığın sanığın haklarını ne ölçüde ihlal ettiğine bakarlar. Sanığın hakları önemli derecede ihlal edilmişse, hukuka aykırı delil kullanılamaz”. Buna karşılık, yapılan ihlal ikinci derecede kalmakta veya sanığın hakları açısından bir önem taşımamakta ise, hukuka aykırı olmasına rağmen; delil hüküm verilirken kullanılır…” ( Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğiu, age. sh. 1088-1094 )

Son olarak hukuka aykırı elde edilen delillerle ilgili orantılılık ilkesine değineceğiz.

III. Savunduğumuz bu ilkeye göre Alman hukukundaki gelişme sonucunda, “sanık hakları teorisi”,” orantılılık ilkesi” He tamamlanmıştır. Şöyle ki;

Her somut olayda mahkeme bir değerlendirme yapacaktır. Buna göre delil elde etmeyi kısıtlayan hükmün korumak isteği hukuki menfaat He, fiilin aydınlatılmasındaki toplum menfaatini karşılaştıracaktır. Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1095.

“… Delillerin hukuka aykırılığı” ile “hüküm verilirken kullanılma” arasındaki ilişkinin niteliği önemlidir. Her hukuka aykırı delil değerlendirme kapsamı dışında kalamaz. Yasaklanmış deliller ( CMK 148 ) bunun istisnasıdır. Ancak, 148 dışında kalan hukuka aykırılıklar “otomatik geçerlilik” de düşünülemez; somut olaydaki şartlar gözönünde tutularak, mahkemece o delil ya kabul edilir veya edilmez…

…Hakim takdir hakkını kullanırken, “sanığın temel haklarının” yapılan işlem İle ihlal edilip edilmediğine bakmalı ve Anayasal hak ihlal edilmiş olduğunu saptadığında da sanığın işlediği suçun, topluma vermiş olduğu zarar iie, delil toplanırken devlet güçlerinin sanığa ait Anayasal hakkı ihlal etmiş olmalarından doğan toplumsal zarar karşılaştırılmıştır.

Sanığın topluma verdiği zarar daha büyük ise ve 148. maddede olduğu gibi açıkça yasaklanmış bir delil de söz konusu değil ise, hukuka aykırı nitelik taşıyan delili, hakim hüküm verirken kullanabilir…

Bu bakış açısı AİHM kararlarına da yansımıştır. Davanın bütünlüğü içinde başta yapılan hata giderilmiş ve sonuçta “adil yargılama hakkı” sağlanmışsa, hukuka aykırı delilleri hüküm verilirken kullanılması gerekir.” “Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1108-1109”

IV. 1. Bu açıklamaların ışığında davamıza gelecek olursak, polis kaçak rakı imal eden sanıkla ilgili ihbar almıştır. Polis, bu ihbarı art niyeti olmadan makul şüphe sebebi görerek olay yerine gitmiştir. Burada ihbar edenin polisçe güvenilir biri olması, şüphe sebeplerinin kuvvetli olması aranabilirse de sonuçta ihbar doğru çıkmıştır. Aksi halde adli yönden sorumluğu gündeme gelecekti. Sonuçta polis, görevi gereği suçu önleme, delilleri toplamakla görevlidir. Sanığı izlemeye alır ve bekler. İstanbul gibi metropolde yasa hükümlerini yerine getirmek için yeterli zaman her zaman mümkün değildir. Sanık kaçabilir ve suç delillerini karartabilir.

Suçüstü hallerini bu anlamda geniş yorumlamak mümkündür. Gizli işlenen suçlarda kaçma şüphesi yoğundur. Suçüstü halleri bu gibi durumlarda geniş yorumlanabilir. ( Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 780 )

Nitekim hakim kararı veya yetkili amirin emri olmadan yapılan aramada ( kanuna aykırı ) sanık ve suç delilleri ele geçmiştir. Yani şüpheli bir nevi suçüstü yakalanmıştır. CGK 15.03.2005/15-29 sayılı kararında “…somut olaydaki arama işleminin esasen hakkında arama kararı verilmesi için gerekli koşullar oluşmuş ve yetkili mercii tarafından da arama emri verilmiş bulanan sanığın haklarının ihlal ettiğinden bahsedilmez” derken değerlendirmeyi somut olaya göre yapmaktadır. Olayımızda sanık bir nevi suçüstü halinde yakalandığından arama kararının sonra alınmaması sanığın haklarını ihlal anlamına gelmez. CGK 29.11.2005 gün 144/150 sayılı kararında da ” özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde yargıcın vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibarıyla önemli bir subut vasıtasıdır.” demektedir. ( O. Şirin, H. Aşaner, Ö. Güven, G. Yalvaç, M. Özdemir, K. Erel, Yargıtay CGK Kararları, Kasım 2008, sh. 820 ve devamı He 833 ve devamı )

Burada gözden kaçan bir husus da aramadan daha önemli olan yakalamadır. Bunun üzerinde hiç durulmamıştır. Diyelim ki yakalanan şahıs arandı, üzerinde uyuşturucu, silah vb. gibi suç teşkil edebilecek nesneler bulundu. Tesadüfen elde edilen bu deliller, arama ve yakalama hakim ve C.Savcısı kararı olmadan ele geçtiği için hükümde delil olarak hakimce takdir edilmeyecek mi? Çoğunluk bu görüşleri gözardı etmiş ve cevap vermemiştir. Yeni CMK rıza ile arama ilkesi benimsenmemişse de, sanık bu aramaya genel kurulda izah edildiği kadarı ile itiraz da etmemiştir. AİHM bazı kararlarında buna vurgu yapmıştır. Fiziki olarak orada elde edilen tesadüfi deliller başka suçla ilgili olmayıp, isnatla ilgilidir. İhbar delil olarak kabul edilebilir ve olayımızda kanuna uygun bir delildir.

2. Şüpheli konumunda iken polise verdiği ifadeye gelince; polis adli olaylarda C.Savcısına niyabeten yani onun adına görev yapar. CMK’ya göre polisin ifadeye başvurabileceği tartışmasızdır. Şüpheli suç tarihinde yürürlükte olan CMUK’ya göre İfadesini yasaya uygun almıştır. Şüpheli sanık konumuna geçtikten sonra hiçbir zaman polisteki beyanının cebir, tehdit veya hile ile alındığını öne sürmemiştir. CMK 148/4’e göre delil olarak kullanılması mahkemedeki tekrarına ve kabulüne bağlı olduğundan delil olarak kullanılmazsa da, bu konuda somut olay gözönüne alınarak diğer delillerle birlikte tali veya yan delil olarak hakimin takdir etmesi mümkündür. Zira yukarıda açıklandığı üzere hakimin takdiri tartışmasızdır.

Polisin müdafii olmadan aldığı ifadenin hiçbir değeri olmayacaksa, o halde bu yetki ve görev polise neden verildi? Polisin aldığı beyan ve diğer delillere göre CMK dar yorumlanırsa C.Savcısı davayı neden açmıştır ve neye göre açacaktır?

Bu nedenle polisin cebir, tehdit veya hile olmaksızın aldığı İfadenin davada diğer delillerle birlikte her zaman değerlendirilebileceği hakimin takdirindedir. Olayımızda da hakim bunu takdir etmiştir.

Poliste mü da fi ¡siz alınan ifade ile ilgili Yen er Ün ver şu görüşleri öne sürmektedir. “Kolluk tarafından tutulan ifade tutanağının m. 213 gereğince okunamayacağını anlamsız bulduğunu ve maddenin müdafii bulunmaksızın dahi kollukta alınan ifadenin okunabileceği şeklinde değiştirilmesi gerektiğini
savunmaktadır. Müdafii bulunmaksızın alınan ifadelerin içeriğinin, sanık tarafından onaylanması halinde delil olarak hükme esas alınacağının düzenlenmesiyle, kanunun kendi içinde çeliştiğini, m. 148/4 ile m. 213’ün birbirleriyle ters düştüğünü Heri sürmekte…”dir. ( Üner, Yener, Delilleri ve Değerlendirilmesi Utp.Y.3.5.32. Ağustos 2005, 29.03.2004, Ünver, Ceza Muhakemesinde İspat… s. 186 ) ( Dr. Pervin Aksoy İpekçioğlu, “Gözaltında Alınan İfadenin Önemi ve Delil Değeri” başlıklı İncelemeden naklen. Sh. 73 ) Bize göre de bu ifadenin davanın seyri ve içeriğine göre hakim tarafından takdir edilerek okunabileceği ve sanığa hatırlatabileceği yönündedir. Aradan uzun zaman geçtiğinde sanık eski beyanlarını hatırlamayabilir. Bu uygulamada sık görülen durumdur. Hakim, polis İfadesini okur, sanık hatırlar dürüstlük kuralı gereği o ifadeyi kabul edebilir.

3. Sanık olayımızda aranan yerin halen cezaevinde olan Cengiz’e ait olduğunu öne sürmüştür. Oysa depoyu anahtarla kendisi açmıştır ve böyle bir kişinin cezaevinde olmadığı anlaşılmıştır.

Bu olayda şöyle bir durumla karşılaşabilirdi. Polis bir saat beklemedikten sonra depoya girdiğinde sanık elinde suç aleti ve ortada Cengiz’e ait cesetle karşılaşabilirdi! Bu durumda arama kanuna ( hukuka ) aykırı olduğundan ceset ve suç aleti ortada mı kalacaktı? Örneğin, sanık çok sayıda bomba ile veya herhangi birine tecavüz ederken de yakalanabilirdi. Çoğunluk görüşünün hükümleri dar ve katı yorumu ülkeyi suç işleme cermetine dönüştürür. Sonuç olarak, olayda kaçak rakıda kullanılan makina, kaçak rakı, rakı şişesi, rakı şişesi kapaklar değerlendirilmeyecek mi? Hukuka aykırı arama olduğu sabittir. Ancak yukarıda I. 2. ‘deki delil serbestisi, somut olaya göre de yorumlama ve değerlendirme, korunan hukuki yarar, adil yargılama hakkı ihlal edilmeden, III.’te “sanık hakları teorisi” ” orantılılık” ilkesi gözönüne alınarak somut olay değerlendirilmeli, bu ölçütlere göre hakim hukuka ( kanuna aykırı delilleri ( yasak delilleri hariç ) hükümde takdir edip kullanılabilmelidir. Nitekim mahkeme bu şekilde değerlendirme yaparak ceza vermiştir. Günümüz güncel davasına gönderme yapan bir çoğunluk görüşü konuşmacısının, davamızla onu karıştırması, somut olaya göre değerlendirme cezaların sahteciliği ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Her yönüyle hukuk devleti olmamız bizim de özlemimizdir. Ancak bu, suçluları bir şekilde kayırma ve toplumsal yararı gözardı etmemizi gerektirmez…” gerekçeleriyle;

Bir Kurul üyesi de, bu görüşlere iştirak etmek suretiyle, itirazın kabulü yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıma TEVDİİNE, 17.11.2009 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 118 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E. 2005/6-60

K. 2005/81

T. 21.6.2005

• SORUŞTURMANIN GENİŞLETİLMESİ ( Hüküm Aşamasında Soruşturmanın Genişletilmesine Yönelik Görüş Öncelikle Oylanmalı Ve Daha Sonra Usulüne Uygun Karar Oluşturulması Gereği )

• OYLAMA ( Hüküm Aşamasında Soruşturmanın Genişletilmesine Yönelik Görüş Öncelikle Oylanmalı Ve Daha Sonra Usulüne Uygun Karar Oluşturulması Gereği )

• HÜKÜMDEN SONRA ORTAYA ÇIKAN KONU ( Öncelikle Çözülmesi Ve Sonraki Aşamada Nihai Kararın Verilmesi Gereği )

1412/m. 256, 381, 384, 385

5271/m. 118, 224, 229

ÖZET : Hüküm kurulması sırasında ortaya çıkan herhangi bir konu veya sorunun öncelikle çözülmesi ve sonraki aşamada nihai kararın verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle hüküm aşamasında soruşturmanın genişletilmesine yönelik görüş öncelikle oylanmalıdır. Oylama sonucunda bu yöndeki görüş azınlıkta kalmış ise azınlık oyunu oluşturan üyelerin de katılımı ile esas hakkındaki karar için oylama yapılmalıdır.

DAVA : Sanık S. ve ve A’nın, dolandırıcılık suçlarından beraatlerine, sahtecilik suçlarından, TCY’nın 342/1 ve 31. maddeleri uyarınca 4’er yıl ağır hapis ve 3 yıl süre ile kamu hizmetlerinden yasaklanmalarına, hakkında 40. maddenin uygulanmasına, tutukluluk hallerinin devamına, senedin dosyada delil olarak saklanmasına, vekalet ücreti ve yargılama giderinin müteselsilen sanıklardan tahsiline ilişkin Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 09.04.2004 gün ve 251-116 sayılı hüküm, katılan vekili tarafından sanıklardan S. aleyhine ve sanık müdafileri tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nce 28.12.2004 gün ve 8318-15305 sayı ile;

( … Katılan F. vekilinin 12.04.2004 tarihli dilekçesinde sanık olarak yalnızca S’yi yazmış olması karşısında; 21.05.2004 tarihli dilekçesinde sanık A. hakkındaki hükme yönelen temyiz isteğinin yasal sürede olmadığı anlaşıldığından, bu isteminin CYUY’nun 317. maddesi uyarınca reddine,

Sanıklar ile katılan vekilinin sanık S. hakkındaki hükme yönelen temyiz isteğinin incelenmesinde;

Suça konu senedin ön ve arka yüzünde bulunan yazı, rakam ve imzaların sanıklar ile katılan eli ürünü olup olmadığı, senedin ön yüzündeki rakamla alacak miktarım gösteren bölümde ekleme ve değişiklik yapılıp yapılmadığı, dosyaya sunulan 05.03.2000 tarihli taşınmaz satışı ile ilgili fotokopi belgedeki yazı, rakam ve imzaların da aynı şekilde adı geçenlere ait olup olmadığı konusunda bilirkişi raporu alındıktan ve katılan tarafından açılan olumsuz tespit davasının sonunda verilen Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 522-67 sayılı kararının kesinleşip kesinleşmediği de saptanıp ilgili dosya delil olarak bu dosyaya eklendikten sonra sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırmayla yazılı biçimde hüküm kurulması… ) isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel mahkemece 04.03.2005 gün ve 77-59 sayı ile mahkeme üyelerinden M’nin, katılanın imza ve yazı örnekleri alınıp, senetteki imza ve yazı örnekleri ile karşılaştırıldıktan ve 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin menfi tespit davasında verilen karar kesinleştikten sonra sanıkların hukuki durumunun tayin ve tespitinin gerektiği yönündeki karşı oyuyla ve oyçokluğuyla direnilmiştir.

Bu hükmün de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 17.05.2005 gün ve 91025 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Sanıkların dolandırıcılık suçundan beraatlerine, sahtecilik suçundan ise TCY’nın342/1. maddesi uyarınca cezalandırılmalarına ilişkin hüküm, sanıklar müdafileri ve katılan vekilinin temyizi üzerine, özel dairece, suça konu senedin ön ve arka yüzünde bulunan yazı, rakam ve imzaların sanıklar ile katılan eli ürünü olup olmadığı, senedin ön yüzündeki rakamla alacak miktarım gösteren bölümde ekleme ve değişiklik yapılıp yapılmadığı, 05.03.2000 tarihli taşınmaz satışı ile ilgili fotokopi belgedeki yazı, rakam ve imzaların da aynı şekilde adı geçenlere ait olup olmadığı saptanıp, katılan tarafından açılan olumsuz tespit davasının sonunda Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 522-67 sayılı kararın kesinleşip kesinleşmediği de araştırıldıktan sonra, sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş,

Yerel mahkemece; mahkeme üyesi hakim M’nin katılanın imza ve yazı örnekleri alınıp senetteki imza ve yazı örneklerinin karşılaştırıldıktan sonra ve 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin menfi tespit davasının sonucu kesinleştikten sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve tespiti gerektiği yönündeki karşı oyuyla ilk hükümde direnilmiştir.

CYUY’nın 256, 381, 384 ve 385. ve 17.12.2004 gün ve 25673 sayılı R.G.’de yayımlanarak, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CYY’nın 224, 188 ve 229. maddelerinde karar ve hükümlerin verilmesini sağlamaya yönelik “duruşmada hazır bulunacaklar, karar ve hükümlerde gerekli oy sayısı ve oyların toplanması” ile ilgili kurallara yer verilmiştir. CYY’nın 229/2. maddesi uyarınca hüküm kurulması sırasında ortaya çıkan herhangi bir konu veya sorunun öncelikle çözülmesi ve sonraki aşamada son ( nihai ) kararın verilmesi gerekmektedir.

Ceza Genel Kurulu’nun süreklilik gösteren kararlarında da açıklandığı üzere, soruşturmanın genişletilmesi CYUY’nın384 ve bu maddeye paralel hükümler içeren 5271 sayılı CYY’nın 229/2. maddesinde yazılı sorunlardan olup bu yöndeki oylar, CYUY’nın 385 ve 5271 sayılı CYY’nın 229/3. maddelerine göre kendisine yakın olan oya ilave edilebilecek, davayı sonuçlandırıcı oylardan değildir. Bu nedenle soruşturmanın genişletilmesine ilişkin görüş, “ön sorun” olarak CYUY’nın 384 ve yeni 5271 sayılı CYY’nın 229/2. maddesi uyarınca öncelikle oylanmalı, oylama sonucunda bu konudaki oylar azınlıkta kalrnış ise, azınlık oyunu oluşturan üyelerin de katılımı ile davanın esası hakkında nihai ( sonuçlandırıcı ) oylama yapılmalıdır.

İncelenen dosyada, hükmün esasını oluşturan ve katılan vekili, sanıklar ve müdafilerinin yüzlerine karşı tefhim edilen kısa kararda kullanılan karşı oy, niteliği itibariyle soruşturmanın genişletilmesine yönelik olup, adı geçen hakimin işin esası hakkında görüşünü açıklayacak şekilde oy kullanmadığı, bu suretle CYUY’nın 384. maddesi hükmüne aykırı davranılmak suretiyle usulüne uygun bir karar verilmediği ve hukuka aykırılığın 5271 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca da aynen devam ettiği anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkemece CYUY’nın 384. ve CYY’nın 22912. maddesi uyarınca bu husus öncelikle oylanıp, hakim M’nin sonuç doğurucu oy kullanması sağlanmadığından, hukuken yok hükmünde bulunan direnme kararının ortadan kaldırılmasına, dosyanın usulüne uygun oylama yapılarak karar verilmek üzere mahkemesine iadesine karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Hukuken yok hükmünde bulunan Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04.03.2005 gün ve 77-59 sayılı direnme kararının KALDIRILMASINA,

2- İşin esası hakkında usulüne uygun bir karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine 21.06.2005 günü oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 116 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

4. CEZA DAİRESİ

E. 2004/21680

K. 2006/9696

T. 19.4.2006

• HAKSIZ GÖZALTINA ALMA ( Uymak Zorunda Bulundukları Yasal Bir Zorunluluk Olmadığı Sürece Kişilerin Tutulması Alıkonulması Araçta ya da Karakolda Bekletilmesi )

• KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ ( Kişilerin İsteği Olmaksızın Kısa Süre İçin de Olsa Kolluk Görevlileri Tarafından Alıkonulması Gözaltına Alma Olarak Tanımlandığından Kendi İsteği Olmaksızın Kişilerin Böyle Bir Muameleye Tabi Tutulması Ancak Kanuni Hallerde Gerçekleştirilebileceği )

• KOLLUK GÖREVLİLERİNİN ARAMA İZNİ ( Ancak Kanundaki Düzenlemeler Çerçevesinde Gerçekleştirilmesi Gereği )

1412/m.94,95,99,127,131

2559/m.13

2709/m.19/2,21

5271/m.116,121

ÖZET : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin yanında Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan “kişi özgürlüğü ve güvenliği” ile “kişilerin özel hayatı, aile hayatının gizliliği, konut dokunulmazlığı” ilkeleri insan haklarının en temel ilkeleridir.

Kolluk görevlileri yasal olarak verilmiş bir görev olmadıkça, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı işlemler yapamaz. Kişilerin, isteği olmaksızın kısa süre için de olsa kolluk görevlileri tarafından alıkonulması, gözaltına alma olarak tanımlandığından, kendi isteği olmaksızın kişilerin böyle bir muameleye tabi tutulması, ancak kanundaki düzenlemeler çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Bu düzenlemelerde aranan koşullar bulunmadığı ve uymak zorunda bulundukları yasal bir zorunluluk olmadığı sürece kişilerin tutulması, alıkonulması, araçta ya da karakolda bekletilmesi ise haksız gözaltına almadır.

DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nce 18.5.1954 tarihinde onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi, Anayasa’nın 19/2, Polis Vazife ve Salahiyet Yasası’nın 13. ve olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYY’nin 127-131, 5271 CYY’nin 90-98 maddeleri ile Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 5. maddelerinde hangi koşullarda kişilerin yakalanıp gözaltına alınabileceği belirlenmiş; yine anılan sözleşmenin 8, Anayasa’nın 21, 1412 sayılı CYY’nin 94-99, 5271 CYY’nin 116-121. maddeleri ile Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 7 ve 8. maddelerinde bir suç sebebiyle kolluk görevlileri tarafından kişilerin konutuna müdahale edebilmenin koşulları açıklanmıştır.

Anılan sözleşmenin yanında Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan “kişi özgürlüğü ve güvenliği” ile “kişilerin özel hayatı, aile hayatının gizliliği, konut dokunulmazlığı” ilkeleri çağdaş hukuk düzeninin vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edilen insan haklarının en temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Kolluk görevlilerinin yasal olarak verilmiş bir görev olmadıkça, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı işlemler yapmasına olanak bulunmamaktadır. Kişilerin, isteği olmaksızın kısa süre için de olsa kolluk görevlileri tarafından alıkonulması, gözaltına alma olarak tanımlandığından, kendi isteği olmaksızın kişilerin böyle bir muameleye tabi tutulması, ancak yukarda sayılan düzenlemeler çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Sözü edilen düzenlemelerde aranan koşullar bulunmadığı ve uymak zorunda bulundukları yasal bir zorunluluk olmadığı sürece kişilerin tutulması, alıkonulması, araçta ya da karakolda bekletilmesini ise haksız gözaltına alma olarak nitelendirmek gerekmektedir.

Somut olayda, yakınanların evlerinde arama yapmayı haklı gösterecek arama konusunda verilmiş hakim kararı olmadığı gibi hakim kararı olmadan arama yapılabilecek durumlara ilişkin Yasada öngörülen koşullardan herhangi birinin gerçekleşmemesine, diğer yandan yakınanların gözaltına alınmalarını haklı gösterecek yasal bir neden de bulunmamasına karşın, salt yakınanlardan birinin de karıştığı ileri sürülen hırsızlık suçunun şüphelisi olarak aranan bir başka kişinin yakalanabilmesi amacıyla, gece saat 04.00 sıralarında yakınanların kapısına gelerek, aramakta oldukları M.G. adlı kişinin adresinin yakınanlarca bilinebileceği düşüncesiyle, önce A.T.’nin zilini çalarak kendisini sordukları, onu bulamayınca kardeşi H.T.’nin evine girerek arama yapıp, onu polis aracına aldıkları, daha sonra da evde olduğunu öğrendikleri A.T.’nin evinde arama yapmak için girdikleri, ancak onun direnmeleriyle karşılaşınca evden ayrılıp H.T.’yi de araca bindirip karakola götürerek yaklaşık yarım saat beklettikten sonra serbest bıraktıkları kabul edilmesi karşısında; soruşturma evresinde ifadeleri alınan ve olayla ilgili bilgisi bulunan tanıklar S.N.E, C.B. ve E.T. dinlenip, yakınan H.T.’yi gözaltına alma konusunda yetki kullanan görevli ile sanıklardan hangilerinin yakınanların evlerine girdiği belirlendikten sonra; yasalarda öngörülen hükümlere uymaksızın

a ) Yakalama işlemi gerçekleştiren sanığın eyleminin özgürlüğü sınırlama;

b ) Yakınanların evlerine girdiği saptanan sanıklar yönünden de, memurun konut dokunulmazlığını bozma suçlarının oluşacağı gözetilmeden, “yakalamalı ve aramalı konumunda olan kişileri araştırmak ve bu kişilerin suç işlemelerini önlemek amacıyla eylemlerin gerçekleştirildiği” ve yakınanların arama konusunda izin verdiklerine ilişkin beyanları olmadığı ve bu yönde tutanak bulunmadığı halde, “rıza dahilinde yasal işlemler yapıldığı” biçiminde yetersiz gerekçelerle beraat kararları verilmesi,

SONUÇ : Yasaya aykırı ve O yer C. Savcısı’nın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak hükmün bozulmasına, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 19.04.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 116 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

6. CEZA DAİRESİ

E. 2007/15442

K. 2008/15453

T. 6.8.2008

• KONUT DOKUNULMAZLIĞINI BOZMA / HIRSIZLIK ( Alt Soyu Üzerindeki Velayet Vesayet ve Kayyımlık Yetkileri Açısından Söz Konusu Yasaklamanın Koşullu Salıverilen Sanık Hakkında Uygulanmamasına Karar Verilmesi Gerektiği )

• VELAYET VESAYET VE KAYYIMLIK YETKİLERİ ( Alt Soyu Üzerindeki Velayet Vesayet ve Kayyımlık Yetkileri Açısından Söz Konusu Yasaklamanın Koşullu Salıverilen Sanık Hakkında Uygulanmamasına Karar Verilmesi Gerektiği – Konut Dokunulmazlığını Bozma/Hırsızlık )

• HAKLARIN KULLANILMASININ YASAKLANMASI ( TCY’nın 53. Maddesinin 2. Fıkrası Uyarınca Hapis Cezasının İnfazı Tamamlanıncaya Kadar Aynı Maddenin 1. Fıkrasında Öngörülen Hakları Kullanmaktan Yoksun Kılınmasına Karar Verileceği )

765/m.53/2

5237/m.331

5271/m.116/1

ÖZET : Sanığın, TCY’nın 53. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan yoksun kılınmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından, söz konusu yasaklamanın koşullu salıverilen sanık hakkında uygulanmamasına karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre, adli ara vermede CMK.nun 331. maddesi gereğince acele ve tutuklu işlere bakmakla görevli Nöbetçi Kurulca dosya görüşüldü:

KARAR : Sanık hakkında, konut dokunulmazlığını bozma suçuyla ilgili olarak, TCY’nın 116/1. maddesi uyarınca zamanaşımı içerisinde soruşturma yapılması olanaklı görülmüştür.

I- Hırsızlık suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;

Sanık hakkında, bina niteliğindeki konuttan hırsızlık suçu nedeniyle TCY’nın 142/1. maddesinin ( b ) bendinin hükümde gösterilmemesi sonuca etkili bulunmadığından bozma nedeni yapılmamış,

Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Sanığın, TCY’nın 53. maddesinin 2.fıkrası uyarınca hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan yoksun kılınmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından, söz konusu yasaklamanın koşullu salıverilen sanık hakkında uygulanmamasına karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde uygulama yapılması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık Erkan Oral savunmanının temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığıyla CMUK.nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasından TCY’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölüm çıkarılarak yerine, “sanığın, TCY’nın 53. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan yoksun kılınmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından, söz konusu yasaklamanın koşullu salıverilen sanık hakkında uygulanmamasına” cümlesi yazılmak suretiyle eleştiri dışında diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

II- Mala zarar verme suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise;

1- Sanık hakkında, mala zarar verme suçuyla ilgili olarak 5271 sayılı CMK.nun 170. maddesi uyarınca açılmış bir kamu davası bulunmadığı gibi, dava açılması da sağlanmadan, ek savunma hakkı tanınması ile yetinilerek, yazılı biçimde hüküm kurulması,

Kabule göre de;

2- Sanığın, TCY’nın 53. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan yoksun kılınmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından, söz konusu yasaklamanın koşullu salıverilen sanık hakkında uygulanmamasına karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde uygulama yapılması,

3- Hükümden sonra 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren, 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK.nun 231. maddesi uyarınca yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık Erkan Oral savunmanının temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 06.08.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 115 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

9. CEZA DAİRESİ

E. 2007/3341

K. 2007/7740

T. 30.10.2007

• SUÇUN İŞLENDİĞİ YER VE ZAMAN DİLİMİ ( Gerekçeli Kararda Gösterilmemesinin CMK. Md. 232/2-c’ye Aykırılığı )

• SÜRÜCÜ BELGESİNİN GERİ ALINMASI ( 5237 S.K. Md. 53/6 Yerine 2918 S.K. Md. 118/5 Gereğince Karar Verilemeyeceği )

• TAKSİRLE İŞLENEN SUÇLAR ( Sanığın Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılmasına Karar Verilemeyeceği )

• BELLİ HAKLARI KULLANMAKTAN YOKSUN BIRAKILMA ( Taksirle İşlenen Suçlarda Uygulama Yeri Bulunmadığı )

• KEFALET PARASININ İADESİ ( Karar Kesinleştiğinde İadesine Karar Verilmesinin Yasaya Aykırılığı )

• CEZANIN ERTELENMESİ ( Sanığın Gösterdiği Pişmanlığın ve Suç İşleme Eğilimini Değerlendirmeyen Yetersiz ve Yasal Olmayan Gerekçe İle Karar Verilemeyeceği )

5237/m. 51, 53

5271/m. 115, 232/2-c

2918/m. 118/5

ÖZET : 1- Gerekçeli kararda, suçun işlendiği yer ve zaman diliminin gösterilmemesi,

2- Sürücü belgesinin 5237 sayılı TCK.nun 53/6. maddesi yerine, 2918 sayılı Yasa’nın 118/5. maddesi gereğince geri alınmasına karar verilmesi,

3- Taksirle işlenen suçlarda uygulama yeri bulunmadığı gözetilmeden sanığın 5237 sayılı TCK.nun 53/1-3. maddesi uyarınca belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesi,

4- Kefalet parasının sanığa CMK.nun 115. maddesi uyarınca iadesi yerine karar kesinleştiğinde iadesine karar verilmesi,

5- Sanığın suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlığını ve suç işleme eğilimini değerlendirmeyen yetersiz ve yasal olmayan gerekçe ile cezanın ertelenmesine karar verilmesi, Kanuna aykırıdır.

DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine,

Ancak;

1- Gerekçeli kararda, suçun işlendiği yer ve zaman diliminin gösterilmemesi suretiyle CMK.nun 232/2-c maddesine aykırı davranılması,

2- Sürücü belgesinin 5237 sayılı TCK.nun 53/6. maddesi yerine, 2918 sayılı Yasa’nın 118/5. maddesi gereğince geri alınmasına karar verilmesi,

3- Taksirle işlenen suçlarda uygulama yeri bulunmadığı gözetilmeden sanığın 5237 sayılı TCK.nun 53/1-3. maddesi uyarınca belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesi,

4- Kefalet parasının sanığa CMK.nun 115. maddesi uyarınca iadesi yerine karar kesinleştiğinde iadesine karar verilmesi,

5- 5237 sayılı TCK.nun 51. maddesine uygun şekilde sanığın suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlığını ve suç işleme eğilimini değerlendirmeyen yetersiz ve yasal olmayan gerekçe ile cezanın ertelenmesine karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, katılan vekili ile sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ) , 30.10.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 109 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

5. CEZA DAİRESİ

E. 2008/9466

K. 2008/7622

T. 16.7.2008

• TAHLİYE VE ADLİ KONTROLE İLİŞKİN KARAR ( İlk Defa Şüpheli Hakkında Verilmesi – C.Başsavcılığınca Yapılan İtiraz Üzerine Bir Karar Verilmesi Gerektiği )

• ŞÜPHELİ ( İlk Defa Şüpheli Hakkında Tahliye ve Adli Kontrole İlşkin Karar Verildiği Cihetle C.Başsavcılığınca Yapılan İtiraz Üzerine Bir Karar Verilmesi Gerektiği – Yargı Mensuplarına Rüşvet Vermek )

• YARGI MENSUPLARINA RÜŞVET VERMEK ( İlk Defa Şüpheli Hakkında Tahliye ve Adli Kontrole İlşkin Karar Verildiği Cihetle C.Başsavcılığınca Yapılan İtiraz Üzerine Bir Karar Verilmesi Gerektiği )

5271/m.109/3-b

5237/m.111/2,271/2

ÖZET : İlk defa şüpheli hakkında tahliye ve adli kontrole ilşkin karar verildiği cihetle, Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itiraz üzerine bir karar verilmesi gerektiği dikkate alınmaksızın, itirazın reddine karar verilmesinde isabet görülememiştir.

DAVA : Yargı mensuplarına rüşvet vermek suçundan sanık Süleyman Bölünmez hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2006/44122 soruşturma sayısı ile yapılan soruşturma evresi sırasında adı geçenin Ankara 5.Sulh Ceza Mahkemesinin 20.3.2008 tarih ve 2008/374 müteferrik sayılı kararıyla tutuklanmasını müteakip, soruşturmanın devamı sırasında tahliye edilmesine yönelik şüpheli vekilinin talebinin reddine dair Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.4.2008 tarih ve 2008/551 müteferrik sayılı kararına yapılan itirazın kabulüyle şüphelinin tahliyesine, 5271 sayılı CMK.nun 109/3-b maddesi gereğince şüphelinin haftada bir pazartesi günleri mesai saatleri dahilinde ikametgahına en yakın polis karakoluna müracat edip imza atması suretiyle adli kontrol altında bulundurulmasına ilişkin Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.4.2008 tarih ve 2008/148 değişik iş sayılı kararına Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine dair Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.4.2008 tarih ve 2008/546 değişik iş sayılı kararının;

Dosya kapsamına göre, tutuklu olan şüphelinin tahliye edilmesine yönelik şüpheli vekilinin talebinin Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.4.2008 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine yapılan itirazın kabul edilerek şüphelinin tahliyesine, 5271 sayılı CMK.nun 109/3-b maddesi gereğince şüphelinin haftada bir pazartesi günleri mesai saatleri dahilinde ikametgahına en yakın polis karakoluna müracat edip imza atması suretiyle adli kontrol altında bulundurulmasına ilişkin Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.4.2008 tarihli kararına Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın, Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi kararının kesin olduğundan bahisle reddine dair Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince karar verilmiş ise de;

5237 sayılı Ceza Muhakemesinin 271/2. maddesindeki “İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.”, 4. fıkrasındaki “Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” ve yine anılan Kanun’un 111/2. maddesindeki “Adlc kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir.” şeklindeki düzenlemeler karşısında, Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince ilk defa şüpheli hakkında tahliye ve adli kontrole ilşkin karar verildiği cihetle, Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan 18.4.2008 tarihli itiraz üzerine bir karar verilmesi gerektiği dikkate alınmaksızın, yazılı şekildeki gerekçeyle itirazın reddine karar verilmesinde isabet görülemediğinden bahisle 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi gereğince bozulması lüzumu, Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 26.5.2008 gün ve 29640 sayılı Kanun Yararına Bozma talebine atfen C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye ihbar ve dava evrakı birlikte tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:

KARAR VE SONUÇ : Kanun yararına bozma istemine dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarname içeriğinin yerinde olduğu anlaşıldığından Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.4.2008 tarih ve 2008/546 değişik iş sayılı kararının; CMK.nun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde merciince yapılmasına ve dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.07.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

yarx

5271 SAYILI CMK MADDE 109 İÇTİHAT

T.C.

YARGITAY

11. CEZA DAİRESİ

E. 2008/13063

K. 2009/6948

T. 5.6.2009

• ADLİ KONTROL ( Tututklama Sebeplerinin Birinin Varlığı Halinde Üst Sınırı Üç Yıl veya Daha Az Hapis Cezası Gerektiren Suç Sebebiyle Tutuklama Yerine Adli Kontrol Kararı Verilebileceği – Tutuklama İstemine Konu Suçun Cezasının Üst Sınırı Üç Yıldan Fazla Olduğundan Adli Kontrol Kararının Yasaya Aykırı Olduğu )

• TUTUKLAMA YERİNE ADLİ KONTROL KARARI VERİLMESİ ( Suçun Üst Sınırı Üç Yıl veya Daha Az Cezayı Gerektirmesi Gereği – Üst Ceza Sınırı Üç Yıldan Fazla Olan Suç Hakkında Adli Kontrol Kararı Verilmesinin Yasaya Aykırı Olduğu )

5271/m. 100, 109

ÖZET : Tutuklama istemine konu suçun cezasının üst sınırının üç yıldan fazla olması nedeniyle adli kontrol kararı yasaya aykırıdır.

DAVA : Resmi belgede sahtecilik suçundan şüpheli V. C. hakkında anılan suçtan tutuklanması yönündeki Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının 09.05.2008 tarihli talebinin reddi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109/1. Maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, şüphelinin 5271 sayılı Kanun’un 109/3-b maddesi gereğince ikametgahının bulunduğu en yakın zabıta karakoluna her gün saat 20.00 de olmak üzere bir kez başvurarak imzası ile başvurusunu tescil ettirmesine dair, Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 09.05.2008 tarihli ve 2008/86 sorgu sayılı kararına yapılan itirazın reddine ilişkin, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.05.2008 tarihli ve 2008/1042 değişik iş sayılı tüm dosya kapsamına göre;

Şüphelinin resmi belgede sahtecilik suçlamasıyla 5237 sayılı Kanun’un 204/1. maddesine aykırılıktan tutuklamaya sevkedildiği, Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesince tutuklama isteminin reddi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109/1. maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, şüphelinin 5271 sayılı Kanun’un 109/3-b maddesi gereğince ikametgahının bulunduğu en yakın zabıta karakoluna her gün saat 20.00 de olmak üzere bir kez başvurarak imzası ile başvurusunu tescil ettirmesine dair karar verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın ise Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildiği anlaşılmış ise de;

Adli kontrol kurumunu düzenleyen 5271 sayılı Kanun’un 109/1. maddesinin “100 üncü madde de belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde; üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir” hükmü ile 4. fıkrasındaki “Şüphelinin üçüncü fıkranın ( a ) ve ( f ) bentlerinde yazılı yükümlülüklere tabi tutulması bakımından, birinci fıkrada belirtilen süre sınırı dikkate alınmaz ” hükmü ve Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 27.03.2008 tarihli, 2008/3756-3042 sayılı benzer bir olay nedeniyle verilen ilamında da belirtildiği üzere, tutuklama istemine konu suçun cezasının üst sınırının üç yıldan fazla olması karşısında, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 19.06.2008 gün ve 2008/35046 sayılı kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C. Başsavcılığının 16.07.2008 gün ve KYB.2008138665 sayılı ihbarnamesiyle daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla incelenip gereği görüşüldü:

KARAR : Şüphelinin “resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla tutuklamaya sevk edildiği, Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesince; şüphelinin CMK’nun 109/1. maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, CMK’nun 109/3-b maddesi gereğince ikametgâhının bulunduğu en yakın zabıta karakoluna her gün saat 20.00 de olmak üzere bir kez başvurarak imzası ile başvurusunu tescil ettirmesine karar verilmiştir. Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının bu karara yönelik itirazı CMK’nun 268/3-b maddesi gereğince inceleme ile görevli Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığınca reddedilmiştir.

Adli kontrol kurumunu düzenleyen 5271 sayılı CMK’nun 109. maddesinin 1. fıkrasının “100 maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir” hükmü ile 4. fıkrasındaki “şüphelinin, üçüncü fıkranın ( a ) ve ( f ) bentlerinde yazılı yükümlülüklere tabi tutulması bakımından, birinci fıkrada belirtilen süre sınırı dikkate alınmaz” hükmü karşısında, tutuklama istemine konu suçun cezasının üst sınırının üç yıldan fazla olması nedeniyle, anılan adli kontrol kararı yasaya aykırı olup, itirazın bu nedenle kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Kanun yararına bozma düşüncesine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden Sincan 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 09.05.2008 gün ve 2008/86 sorgu sayılı kararına yönelik itirazın reddine dair Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 14.05.2008 gün ve 2008/1042 değişik iş sayılı kararının CMK.nun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yerine getirilmesine, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 05.06.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.

yarx